Blog Arşivi

26 Ağustos 2012 Pazar

RAMAZAN BAYRAMININ TRAFİK BİLANÇOSU


Emniyet Genel Müdürlüğü bayram tatili boyunca 841 trafik kazasında 74 kişinin yaşamını yitirdiğini ve 4 bin 61 kişi yaralandığını açıkladı. Geçen Ramazan Bayramında yalnızca ölenler 172 kişiydi. Çünkü 3 günlük bayram tatili turizme destek için kararnameyle 9 güne çıkarılmış ve yoğunluğa bağlı olarak trafik kazaları da artmıştı. Son 5 yıl bayramlardaki kazalarda ölenler bin 130, yaralananlar 36 bin 831 kişi. 2012 yılının ilk 6 ayında ölenlerin sayısı bin 31, yaralananların 95 bin 823. Bir de bu olayların yol açtığı ve toplumsal çevresine verdiği maddi zararlar var. Bu kadar sıkıntı ne salgın hastalık, ne terör, ne de savaşta yok...
           Aslında “kaza” demek yanlış, bunu Türk Dil Kurumu da yapıyor. Sözlükte “kaza” karşısında “can veya mal kaybına, zararına neden olan kötü olay: tren kazası” yazılı. Oysa kaza tahmin edilemediği için beklenilmeyen ve önlem alınamayan durumlarda yaşanan zararlara denir. “Trafik kazaları” böyle mi? Tabi bir de sululuk edip enflasyon, işsizlik, pahalılık konularında olduğu gibi “trafik canavarı” diyenler var. Sanki ortada toplumdan ve yaşanılan hayattan bağımsız bir yaratık varmış da yollara çıkıp insanların canını alıyormuş gibi... Bunlar; sorumluların, yükümlülüklerinden kaçmak için uydurduğu ifadelerdir. Çünkü trafikte can ve mal kaybına yol açan olayların hangi koşullara bağlı olduğu yıllardan beri bellidir ve değişmez. Bu yüzden bu olaylara “kaza” değil, “trafik cinayeti” demek gerekir.
Trafik cinayetleri halk sağlığını ilgilendiren konular arasında sayılıyor. Tıpkı gıda, konut, giyecek, temizlik misali toplumu doğrudan ilgilendiren mal ve hizmetlerin sağlığa uygun olup olmadığındaki gibi.  Çünkü ister bir taşıtla ister yürüyerek olsun evden işe, okula, gezmeye ya da bir kentten diğerine giderken her gün trafiğe çıkıyoruz. Bu yüzden trafik olayları da salgın hastalıklara benzer biçimde, tıbbın bir dalı olan “halk sağlığı” konusu haline geliyor. Bu da trafikte yaşanan her tür sorunun bireysel değil, toplumsal açıdan düşünülmesini zorunlu kılıyor. Ama bu zorunluluğun anlaşıldığı söylenemez. Yukarıdakiler suçu aşağıdakilere, erkekler kadınlara, büyükler küçüklere, herkes birbirine atıyor.
Çeşitli inceleme ve araştırmalarda trafiğin şu üç şeyin bir araya gelmesiyle oluştuğu belirtiliyor: Yol, araç ve insan. Bu durumda trafik cinayetlerinin de bu üç etkenle ilgili olması gerekiyor. Ancak yapılan açıklamalarda bunu göremiyoruz. Örneğin Kara Yolları Genel Müdürlüğü tarafından 2010 yılı için hazırlanan raporda ya da Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonu Başkanı Fevzi Apaydın’ın son bayram tatili öncesi demecinde “trafik kazalarında en büyük pay yüzde 95 oranla insana aittir” deniyor. Ve bunlar da sürücü ya da yayaların hataları olarak sıralanıyor. Örneğin sürüce hızlı gidiyor, yola ve hava koşullarına uygun hareket etmiyor, dikkati dağılıyor, eğitimsiz oluyor, yaya aracın önüne çıkıyor, kurallara uymuyor... Bunları topladığımızda, kazaların nedeni insan gibi görünüyor ve bunu çok mantıklı buluyoruz. Ama bu mantık çok saçma. Çünkü direksiyonuna biri geçmedikçe hiç bir araç kendiliğinden yola çıkmaz ve kaza yapmaz. Ya da bir yol durduğu yerde taşıtları sırtından silkeleyip atmaya ve insanları öldürmeye kalkışmaz. Yani “trafik kazası” denilen olayın yaşanması için mutlaka bir insanın taşıta binmesi ya da yola çıkması gerekir.   Ve her gün bunu milyonlarca insan yaparken elbette birileri uykusuz, sarhoş, sinirli, dikkatsiz vs. olabilir. Ve her gün durmadan ölenlerin sayısı hızla artarken biz hangi insan hatasının ne tür bir kazaya yol açtığına ilişkin istatistikler düzenleyerek, sonuçta “neredeyse kazaların tümünün nedeni insandır” diyebiliriz. Mantıklı görünen saçmalığın içyüzü budur.
Elbette bu saçmalığı sürdürmenin nedeni var: Eğer trafik cinayetleri insan hatasından kaynaklıysa, çareyi de insanları eğitmekte aramak yeterli olacaktır. Bunun yetmediği yerde cezalar arttırılır. Daha olmadı, ihaleyle duble yol, köprü, tünel, kavşak yaptırılır. Tüm bunların birer çare olduğuna bizi inandırmak için, yeni duble yollar yapılmasından sonra trafik kazalarında azalmalar olduğu söylenir. Ya da yeni bir yasayla trafiğe çıkan sürücülerin kanındaki kabul edilebilir alkol oranının düşürülmesinden sonra kazaların azaldığı belirtilir ve bazı istatistikler verilir. Biz de bu sayılara bakarak sevinir, bizi yönetenlerin ne kadar başarılı olduğunu düşünürüz. Örneğin ölü sayısındaki azalmanın sağlık hizmetleri ya da haberleşmedeki ilerlemeyle ilintili olabileceğini bilmeyiz. Öte yandan yapılan yeni yollar sayesinde kafa kafaya çarpışmalar azalırken, kavşak sayısındaki ve yol çevresindeki yerleşimin artması sonucu görülen trafik olaylarındaki artışları düşünmeyiz. Sayılarla canınızı sıkmayayım, işte trafik cinayetlerindeki artışlarla ilgili bazı örnekler:
Karayolları Genel Müdürlüğünün sözünü ettiğim raporuna bakarken, 2009 yılından itibaren ölüm ve yaralanma sayılarında azalma olduğunu gördüm. Raporun dipnotunda, 2008 yılında çıkarılan yasa sonucu araçları çarpışanların kendi aralarında anlaşma yapabildiği ve bu olayların istatistiklere dâhil edilmediği belirtiliyordu. Neden belirtilmiyordu? Olayın tarafları kendi aralarında anlaşınca, yaşananlar trafiğin konusu olmaktan çıkıyor muydu? Elbette hayır. Bu yalnızca bir istatistik hilesiydi. Çünkü bu istatistik sonuçlarına göre konuşan medya ya da yöneticiler “bakın karayolları da söylüyor, kazalar azaldı” diyeceklerdi. Konunun içeriğini bilmeyen bizler de söyleneni doğru kabul ederek sevinecek ve yöneticileri başarılı bulacaktık.
Bilindiği üzere polis ve jandarma bölgeleri ayrıdır. Dolayısıyla trafik olaylarıyla ilgili tuttukları raporlar farklı merkezlerde toplanır. Birleştirilmeleri her zaman mümkün olmaz. Ayrıca bu raporlara, trafik olayının yaşandığı andaki ölüm ya da yaralanmalar geçirilir. Eğer ölüm günler sonra hastanede yaşanırsa, trafik raporlarında görülmez. Ve hastanelerimizdeki bu tür kayıtlar trafik istatistiklerinde yer almaz. Halk sağlığı uzmanları bu konuda başka ülkelerdeki gibi bir düzenleme yapılması durumunda,  trafik cinayetlerinin yol açtığı can kayıplarının sayısında en azından yüzde 15 artış görüleceğini belirtiyor.
Öte yandan ülkemizde insan ve yük taşımacılığının yüzde 90’ı karayoluyla yapılır. Trafik yoğunluğundaki artış can ve mal kayıplarını arttırdığına göre, neden yıllardır petrole trilyonlar ödemek pahasına karayoluna ağırlık veriliyor?  Nerde demiryolu, nerde denizcilik?
Bunun nedenini araçlarla ilgili bir örnek üzerinden açıklamak belki daha kolay olur: Dört tekeri birden yavaş yavaş durdurarak fren anında sürücünün aracı daha kolay kontrol etmesini sağlayan ABS (anti blockier system) fren sisteminin ülkemizde üretilen ve ithal edilen araçlarda zorunlu tutulması, fiili olarak 2004 yılında başladı. Bu tarihten önce trafiğe çıkan araçlarda hala eski tip fren kullanılıyor. Bu da yıllardır birçok kazaya neden oluyor. Oysa dünya ABS fren sistemine yıllar önce geçmişti. Neden bu kadar geç kaldık ve bu sırada onbinlerce insanımızın ölmesini seyrettik? Eğer Türkiye’deki araçlarda da aynı sistem zorunlu tutulsaydı, bu otomotiv sanayicilerinin fabrikalarına yeni makineler koymasını gerektirecek, dolayısıyla maliyeti arttıracaktı. Bu durumda ithal otomobillerle rekabet edemezlerdi. Aynı biçimde birçok kazada araçların ezilerek ya da bölünerek tanınmaz hale gelmesinin nedeni de yine darbeye dayanıklı çelik iskelet yerine, daha ucuz metaller kullanılmasıdır. Öte yandan maliyetten kaynaklı yol kusurlarını da unutmamak gerekir. Örneğin yol düzdür ama biraz yüksektedir. Bu yüzden kıyılarına korkuluk yapılması gerekir. Bu da maliyet nedeniyle yapılmaz. Tüm bunların sonucu, “kazaların nedeni insandır” denir çıkılır. Hangi insandır? Bütün bu yanlışlara karar veren mi, saçma sapan açıklamalarla bu yanlışları yutturmaya çalışan mı, yoksa yaşadıklarını kader sayıp sineye çeken insan mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Blog Arşivi