Blog Arşivi

10 Mart 2013 Pazar

CHAVEZ YAŞIYOR

Chavez yaşıtımızdı. Gençken yaşıtlarımız bugünkü gibi kalp, kanser ve trafik kazalarından değil; genellikle siyasi mücadelenin ayrılmaz parçası sayılan vurulma, dövülme, ağır hapis ve işkenceler yüzünden ölürlerdi. O zamandan kalma alışkanlık; yaşayacak yaşlarda yitirdiğimiz arkadaşlarımızın ardından “ölmedi, yaşıyor” derdik, diyoruz. Belki yazının başlığı sıradan gelebilir diye, hatırlatayım istedim…
 Uzun yıllar politika alanında uluslararası düzeyde değişik çevrelerin iyi duygularını üzerinde toplayan bir kişilik ortaya çıkmamıştı. 5 Mart 2013’te yaşamını yitiren Venezuela Devlet Başkanı Hugo Rafael Chavez Frias, cenaze törenine katılanlardan da anlaşılacağı üzere bu durumu değiştirdi. O 1998’de devlet başkanı seçilmesinden bu yana yaptıklarıyla,  başta Güney Amerika olmak üzere dünyanın tüm mazlum ve yoksullarının sevdiği biri haline geldi. Çağımızın en çok nefret edilen fenomeni ABD’ye karşı;  aralarında “diktatör” olarak bilinen Belarus devlet başkanı da olmak üzere İran, Suriye ve Kaddafi dönemi Libya’sı ile yakınlık kurdu. Filistinlileri her fırsatta destekleyerek İsrail’i kınadı. İşte O’nun farklı halklar ve siyasetten insanlar tarafından sevilmesiyle ilgili bir örnek:
Olayın tanığı, yıllardır Güney Amerika izlenimleri aktaran bir gazeteci olan Metin Yeğin. Bilindiği üzere Honduras birçok Güney Amerika ülkesi gibi ABD güdümlü darbelerin yaşandığı ve acıların çekildiği bir ülkedir. 2006’daki devlet başkanlığı seçimlerini Liberal Parti’den Manuel Zelaya kazanıyor. Seçim sonrası ABD ve Honduras ordusunun baskısına karşı Chavez’le yakınlaşıyor. Ordu 2009 Haziran’ında, 6 ay içinde seçime gidileceği vaadiyle bir darbe yaparak Zelaya’yı iktidardan uzaklaştırıyor. Yeğin bundan sonrasını şöyle anlatıyor:
“Honduras’ta seçim günüydü. Askeri faşist cunta geleli 6 ay olmuştu. Sokak aralarında tanklar, panzerler, üniformaları, tüfekleri ve birbirine benzetilmiş yüzleriyle askerler, düzen ve intizam içinde duvar yazılarının önünde bekliyordu. Duvarlar seçimi boykot çağrıları, onların üzerine yapıştırılmış, cuntanın ‘seçime katıl’ afişleri ve afişlerin üstüne, iki askeri birlik geçişi arasında yazılmış ‘faşist’ yazıları kaplıydı. Seçilmiş ve devrik başkan Zelaya, Brezilya elçiliğindeydi. Sabahın çok erken saatleriydi. İki yoksul, bir gazete satıcısı önünde, gazetelere bakarak seçimi tartışıyordu. Muhtemel o parkta yatıyorlardı. "Chavez, bütün yoksulların dostudur" diyordu biri. Chavez karşıtı yazılarla doluydu gazeteler. "Akıllı ol’ diye bağırıyordu diğeri; ABD zaten var, Rusya da vardı dünyanın başında, bir de Chavez mi çıkardınız başımıza." Sanki seçime Chavez katılıyor gibiydi. Güney Amerika’yı avuç içi bir yer olarak düşünenler için yazıyorum. Honduras ile Venezüella arası yaklaşık 5000 kilometre idi. Türkiye ile Hindistan arasından biraz daha yakın.”
Bilinen bir yöntemdir, kendini toplumların efendisi sayanlar; mazlumların sevdiği insanları ya unutturmaya, ya da alabildiğine yüceltip kutsallaştırarak zararsız hale getirmeye çalışırlar. Bir anlamda onu doğa ve toplum üstü bir efsaneye dönüştürmekle, halkın bir parçası olmaktan çıkarırlar. Belki Chavez için de aynısını yapacaklardır. Ama Chavez’in sevilmesine neden olan sıradan davranışları hatırlandıkça, böyle bir kutsallaştırma girişimi gerçekleşebilir mi, orası şüphelidir. Başta kendi halkı olmak üzere bütün dünya O’nun herkes gibi kızgınlığını, sevincini ve fikirlerindeki değişiklikleri gizlemediğini hep hatırlayacaktır. Başka yöneticiler gibi “büyük adam” rolü yapmak yerine içinden geldiği gibi konuşup dans ettiği, beyzbol oynadığı unutulmayacaktır. Bunlar herkesin bildiği ve yaptığı işlerdir. Eğer buradan bir efsane çıkacaksa, herkesin bu efsaneye kahraman olma olasılığı vardır.
Chavez ilk iktidara geldiği zamanlarda halkçı, bağımsızlıkçı, ülkesinin kalkınmasından yana bir insandı. Bu görüşler Güney Amerika ülkelerinin ortak kahramanı Simon Bolivar’ın düşünceleriyle aşağı yukarı aynıydı. Bolivar 1783- 1830 yılları arasında yaşamış ve İspanyol sömürgeciliğine karşı savaşmış biriydi. 1821’de Venezuela’yla birlikte Bolivya, Ekvador, Peru, Kolombiya ve Panama’nın bağımsızlığını kazanmasına öncülük etmişti. Daha sonra birçok Güney Amerika ülkesinde Bolivar’ın kıtayı birleştirici ve özgürlükçü düşünceleri genel kabul görerek,  günümüze kadar sürdürüldü.
Venezuela zengin petrol yataklarına ve tarıma elverişli geniş arazilere sahip bir ülke olmasına rağmen, dünyanın gelir dağılımı en bozuk yerlerinden biriydi. Ülkede uzun süren diktatörlükler ve iç çatışmaların ardından 1958’de biri sosyaldemokrat diğeri Hıristiyan sağcı iki partili bir sisteme geçildi. Aynı yıllarda Küba devriminin de etkisiyle, ülkede sol örgütler ve sendikalar kuruldu. Bu sırada subay olan Chavez de, ordu içinde örgütlenmiş bir sol cuntanın üyesi oldu. Cunta, ülkedeki diğer sol örgütlerle de ilişkiliydi.
Venezula’da diğer Güney Amerika ülkeleri gibi sık sık askeri darbeler yapılmamasına rağmen, hükümetler halk üzerindeki acımasız baskılarını hiç eksik etmediler. Bunların son örneği 1989’da yaşandı. Hükümette sosyaldemokrat görüşteki ve Sosyalist Enternasyonal’in önde gelen üyesi “Demokrasi Hareketi” partisi vardı. IMF direktifleri doğrultusunda, halkı daha da yoksullaştıran ekonomi politikaları uygulamaya çalışıyordu. Kamu mal ve hizmetlerindeki aşırı fiyat artışlarına karşı halk ayaklandı. Hükümet isyanı kanla bastırdı. Sonradan öğrenildiğine göre bu saldırılar sırasında halktan 3 bin kişi yaşamını yitirmişti.
Chavez ve arkadaşları buna karşı 1992’de başarısız bir askeri darbe denemesinde bulundular. Bu ülke tarihinin ilk darbe girişimiydi. Chavez tutuklandı. Siyasal istikrarsızlığın ve halkın tepkisinin artmasıyla 1994’de serbest bırakıldı. Nihayet Chavez 1998 yılındaki seçimlerde yüzde 56 oy alarak devlet başkanı seçildi. İlk işi yeni bir anayasa yapmak, ardından petrolü kamulaştırmak ve tarımı desteklemek oldu. Daha sonra bağımsız gözlemcilerce de onaylanan 2002, 2006, 2012 seçimlerini oylarını arttırarak kazandı.
Chavez kendi ülkesinde, başarısız darbe girişiminin ardından arkadaşlarının teslim olması için televizyona çıkıp bir dakika konuşmasıyla tanındı. Dünyada ise, 2002’de kendine karşı yapılan başarısız darbe sonrasında tanındı. Darbeyi ABD yanlıları yaptılar ve Chavez’i tutuklayarak bir adaya götürdüler. Ama 48 saat sonra serbest bırakmak zorunda kaldılar. Çünkü darbeyi duyan yoksullar gecekondu mahallelerinden ve başkent Caracas’ı kuşatan köylerden yola çıkarak kent merkezine doğru yürüyüşe geçtiler. Yaklaşık bir milyon kişi, dünya tarihinde ilk kez darbeyle iktidardan uzaklaştırılan devlet başkanını hapsedildiği yerden kurtarıp,  yeniden koltuğuna oturttu. Bundan sonra Chavez daha radikal görüşler savunmaya başladı, sosyalizmi benimsedi ve Küba ile yakın ilişkiye girdi.
Chavez bir Marksist değil, sosyalistti. Dini inançları olan biriydi. Halktan yana, Amerikan karşıtıydı. İlk kez ABD devlet başkanı seçildiğinde Obama’yı kutlamıştı. Ama o Obama Chavez’in ölümünün ardından aynı yüce gönüllülüğü göstermeyerek, “bundan sonra Venezuela’ya demokrasinin geleceğini umuyorum” dedi. Chavez’in ölüm haberi, en çok ABD’nin Miami kentinde yaşayan Venezuelalıları sevindirdi. Bunlar kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen, yıllarca Venezuela’nın yoksul halkını sömürmüş eski petrol zenginleri ve bürokratlardı. Bu bile başlı başına, Chavez’in sevilme nedenini açıklamaya yeterliydi. Son sözü gazeteci Hüsnü Mahalli’ye bırakalım. Akşam gazetesindeki yazısında şöyle diyor: ”Durum bu kadar açık ve net olmasına karşı bazı zavallılar Chavez için diktatör diyebilmek hafifliğine kapılmakta ve bunu tartışma konusu yapmaktadır.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Blog Arşivi