Bilgi gerçeğin görünen yüzünden ibaret olsa, herkes âlim olurdu. Geçtiğimiz Şubat ortalarında, ABD çeliğe yüzde 24, alüminyuma yüzde 7,7 ek gümrük vergisi koydu. ABD, toplam 18,7 trilyon dolarlık hacmiyle dünyanın en büyük ekonomisi. Buradaki en küçük kıpırtı bile dünyada büyük dalgalanmalar yaratabiliyor. Etkilenenlerin başında, ABD ile yoğun ticareti olan ve 11 trilyon dolarlık hacmiyle dünyanın ikinci büyük ekonomisine sahip Çin geliyor. Dolayısıyla Çin de misillemeye giderek ABD’den aldığı bazı mallara ek vergi koydu. Böylece, karşılıklı el yükseltmelerle binlerce kalemden oluşan ve yüz milyarlarca dolarlık uzun bir ticareti kısıtlı mallar listesi ortaya çıktı. Medya bunu, “ticaret savaşı başladı” diye duyurdu. Gerçekten böyle bir savaş mı başladı, yoksa “savaş” öyküleri anlatarak, bizi olağandışı yaşam koşullarına mı alıştırıyorlar? Bütün ineklerin siyah olduğu bir gece manzarası çizmeden, sorunu önemli ayrıntıları da görünecek biçimde ele almaya çalışalım. Çünkü her gecenin bir sabahı olduğu gibi, gecelerde yalnızca siyah inekler yaşamıyor…
Önce kara
gecenin büyük ineği ABD’ye bakalım: Ek vergilerle birlikte yerli çelik şirketlerinin
hisseleri değerlenirken, dışarıdan mal alarak üretim yapanların değeri düştü. Nedenine
gelince: ABD yılda ortalama 100 milyon ton çelik kullanıyor ve bunun yüzde 30’u
dışarıdan geliyor. 5,5 milyon ton alüminyumun yüzde 90’ı da dışarıdan geliyor.
Yerli üretim talebi karşılayamıyor. Girdilerinin bir kısmını ek vergili
fiyattan dışarıdan almak zorunda kalan şirketlerin maliyeti ve satış fiyatları
artacak. Bu, küresel rekabette geri kalmalarına neden olacak. Yani Trump’ın
kararı aynı anda zıt sonuçlar doğuruyor.
Öte yandan,
Trump bu uygulamanın hedefinin Çin olduğunu belirtiyor. Ama ABD uzun süredir
kısıtlama uyguladığı Çin’den zaten çok az çelik alıyor. Büyük oranda Kanada,
Meksika, Brezilya, Güney Kore gibi ülkelerden satın alıyor. Dolayısıyla amaç
başka: üçüncü ülkeler zarar etmemek için Çin’den uzaklaşarak ABD’ye yaklaşacak
ve böylece ABD’nin Çin’i kuşatma projesi yürüyecek. (Tabi Çin de bunun için karşı önlem alıyor.) Hatta daha
ileri gidip, ABD yönetimi kendisiyle işbirliğine yanaşmayan hükümetleri de
aşarak, üçüncü ülkelerdeki şirketlerle doğrudan temasa geçecek. Almanya’da örneği
görüldüğü gibi:
Bilindiği üzere
Almanya bir süredir ABD’nin İran ve Rusya politikalarından rahatsız. Buna bir
de ABD’nin ticari kısıtlamaları eklenince, diğer Avrupa ülkeleri de Almanya’ya yakın
durmaya başladılar. Olağan koşullarda bu tür sorunlar siyaset masasında ele
alınır. Ancak ABD Berlin Büyükelçisi’nin farklı bir yol izlemeyi tercih ettiği
anlaşılıyor. Basında yeraldığına göre, Mayıs başlarında atanan ABD Berlin Büyükelçi’sinin
ilk işi, ABD ve AB arasındaki otomobil ticaretiyle ilgili sorunların çözümü
için, tanınmış Alman otomotiv devlerinin CEO’larıyla görüşmek olmuş.
Sosyaldemokrat Parti Genel Başkanı Nahles “biz muz cumhuriyeti değiliz” diyor ve
bu konulardaki muhatabın hükümet olması gerektiğini hatırlatıyor. Oysa İkinci
Dünya Savaşında ülkesi ABD tarafından dümdüz edilmiş biri olarak, muz
cumhuriyetlerinden pek de farkları bulunmadığını bilmesi gerekirdi…
Bilindiği üzere
emperyalizm, kapitalizmin küresel
ölçekte işleyişinin adıdır. Kapitalizm, 16. Yüzyılda Batı Avrupa’da ilk görüldüğünden
beri her koşula uyum sağlayarak ve girdiği kalıpları kendine uyumlu hale
getirecek biçimde yeniden üreterek, dünyaya egemen olmuş bir sömürü düzenidir. Benzer
toplumsal düzenlerde de görüldüğü üzere, yaşaması için yalnızca yönetenlerin
çabası yetmez, kurbanların da gönüllü desteği gerekir. Bu çerçevede,
emperyalizm gücünü teknoloji, asker, kültür, coğrafya gibi şeylerden değil;
küresel ölçekte finans akışına hükmetmesinden alır. Bunun için öncelikle belli
bir para biriminin, dünyanın her yerinde ortak bir değer ölçüsü ve ödeme aracı
olarak kabul edilmesi gerekir. Satıcı-alıcı, borçlu-alacaklı, üreten-tüketen,
resmî-sivil ya da zenginliğini dilediği zaman harcayabilmek isteyen herkes; ortak
paranın küresel ölçekte kolayca el değiştirebilmesi için gönüllü olur. ABD
doları 2. Dünya Savaşından beri böyle bir işlev yerine getiriyor. Zaman zaman
parlasa da, diğer paralar böyle bir rol oynamaktan uzak. ABD’nin değişmez
stratejisi dünyanın şu ya da bu önemli bölgesini ele geçirmek değildir,
parasının dünya parası (rezerv para) olma özelliğini korumaktır. Bu stratejinin
gerçekleşmesi için birincisi, ABD doları basan bir matbaa; ikincisi, burada
basılan paraların dağıtım ve takibini yapacak fon, banka, kredi değerlendirme
kuruluşları olması yeterlidir. Bilindiği üzere küresel finans akışına yön veren
bu tür kuruluşlar ABD’dedir. Nitekim ABD’nin yalnızca geçen yılki ticaret
açığının yaklaşık 800 milyar doları bulmasına karşılık, bankacılık ve finans
kurumlarını da kapsayan hizmet sektöründe 242,7 milyar dolar fazlası vardır. Yani
ABD emperyalizmi uçan kuşa borçlu görünse de, diğer emperyalistlerden farklı
olarak, dünyadaki borç akışını denetleyen konumunu koruyor. (Burak Köylüoğlu)
Peki, bu sistemin kusuru ne?
Bütün sınırsız
nitelikler gibi, kapitalizmin sınırsız uyum gösterme özelliği de zaman ve mekân
gerçeği tarafından sınırlandırılır. Kapitalizm,
adı üstünde “sermaye düzeni” demek. Sermaye, sonsuz bir borç-alacak zinciri
gibidir. Kopup dağılmaması için belli bir hız, süre ve miktar içerecek biçimde
akması gerekir. ABD’nin para basmasının önündeki engel, bekçiliğini yaptığı bu
sermaye düzeninin kendisidir. Sınırı aşar ve dilediği miktarda dolar basarsa,
değeri düşer ve dünya parası olmaktan çıkar. Öte yandan dünyanın dört bir
yanına dağıttığı dolarları da denetlemesi gerekir. Çünkü hesapsız yatırım
yapılırsa, artan harcamaları karşılayacak oranda kâr edilemez ve sistem,
1929’daki gibi çöker. Bu nedenle de ABD para basmak yerine borç tahvili
çıkartarak, belli bir faiz karşılığı dünyaya dağıttığı dolarları toplar. Bugün
petrol üreticisi ya da dış ticaret fazlası veren ülkelerin elinde, bu nedenle
ABD tahvilleri var. Yalnızca Çin’de 1 trilyon dolarlık ABD tahvili olduğu
tahmin ediliyor. Bu ülkeler yatırım yapıp riske girmektense, güvenilir
buldukları ABD’den tahvil alarak faiz geliri elde etme yoluna gidiyorlar.
Dolayısıyla “ticaret savaşı yapıyorlar” denilen ABD ve Çin, aynı zamanda
karşılıklı bir bağımlılık ilişkisi içindeler. Belirleyici olan mal
piyasalarında yaşadıkları rekabet değil, küresel finans akışı içinde yaptıkları
işbirliğidir. Bu nedenlerle, ABD’nin uyguladığı ek gümrük vergileri tek başına
düşünülmemeli, aynı zamanda uzunca süredir FED (Amerikan Merkez Bankası) faiz
oranlarını yükselterek piyasadan para çekiyor. Yanı sıra, Trump kamu harcamalarını
azaltarak bütçe açıklarının önüne geçmeye çalışıyor. NATO ve Suriye savaşı
giderlerini, ilgili ülkelerin paylaşmasını istiyor. Bütün bunlar, ABD dolarının
dünya parası olma niteliğini güçlendirme amaçlıdır. Buna karşılık Çin de aynı ringin
diğer köşesinde, küresel ticaretin geliştirilmesinden yana tavır alıyor. Şimdilik
Çin, dünya finans akışına yön vermekten uzak ve büyük bir devlet kapitalizmi
örneği gibi duruyor.
Kapitalizm
küresel ölçekte işlerken bir tek politikaya bağlı kalmaz; doğası gereği rekabet
ve tekelci niteliklerini bir arada sergiler. Sermaye küresel ölçekte hareket
edebilmek için hem belli bir devletin korumasına gereksinim duyar, hem de önüne
çıkartılan koruma engellerini yıkıp geçmeye çalışır. Bugün kapitalizmin küresel
ölçekte geldiği aşama sonucu bütün kapitalist devletler birbirlerine mal
satabildikleri gibi, sermaye yatırımı da yapabiliyorlar. Ancak bu herkesin emperyalist
olduğu anlamına gelmiyor. Emperyalist olma ayrıcalığı, hâlâ küresel finans
akışını denetim altında tutanların elinde. Sistem olarak emperyalizm, içinde
yer alanların gücü oranında sömürüden pay aldıkları düzenin adı. Bu düzen,
kararlı bir karşı koyuş olmadığı sürece sonsuza dek yaşayabilecek niteliktedir.
Zayıf yanı, sürekli olarak satın alamayacağı düşmanlar yetiştirmesidir. Hangi
inanç, ırk, milliyet, siyasetten olursa olsun, emperyalizmin çanına ot
tıkamanın önünü açacak olanlar onlardır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.