Blog Arşivi

15 Temmuz 2018 Pazar

DÜNYA FUTBOL PANAYIRI BİTTİ



             İletişim ve ulaşımın kıt zamanlarında, genellikle yaz sonuna doğru panayırlar düzenlenirdi. Panayır; tarım toplumlarında binlerce yıldır yapılan hasat şenliklerinin devamı gibi, yeni sanayileşen toplumlarda yöresel ticaret ve eğlenceyi birleştiren bir olaydı. Yakın çevrenin üretici ve esnafı malını getirir, alışverişe gelenler ise dönme dolap, çadır tiyatrosu, sihirbazlık gösterileriyle eğlenme olanağı bulurdu.

Bugün iletişim ve ulaşım kolay, internetten satın aldığımızı kargo kısa sürede kapımıza getiriyor. Hız, dünyayı bir köy gibi görmemize yol açıyor. Ama bu durum da, toplumsal çelişkilerin büyüdüğünü görmeyi engelliyor. Örneğin, üretimin bu kadar artmasına rağmen kârı paylaşamayan emperyalistlerin neden ticaret savaşı yaptığını anlamıyoruz. İki mahalle ötede ne yaşandığını bilmiyoruz ama New York borsasından Antartika’daki hava sıcaklığına kadar binlerce küresel olaydan haberimiz oluyor. Yeryüzündeki asıl hareketli alanlar her ne kadar emperyalistlerin uğruna rekabet ettiği doğal kaynak açısından zengin ya da stratejik bakımdan önemli bölgeler olsa da; buralarda eğlenilmiyor, savaşılıyor. Direnen halklar kıyım ve katliamlara uğratılırken, teslim olanlar acımasızca sömürülüyor. Biz, suçun direnenlerde olduğunu sanıyoruz. Böylece eğlencenin dibine vurulan spor ve sanat alanları, dünyanın panayır yerlerine dönüşüyor. Çok önemliymiş gibi, buralarda yaşananlar günler boyu televizyonlardan aktarılıyor. Elbette kaderimiz buralarda belirlenmiyor; ancak gerçekleşmiş bir kaderden başka bir şey olmayan tarihin izlerini buralarda da görebiliyoruz.

Putin’in Rusyası’nda düzenlenen 21. Dünya Kupasının, toplam nüfusu 144 milyon olan Federasyon halklarına maliyeti yaklaşık 15 milyar dolar oldu. Bu miktar, geçen dünya kupasını düzenleyen Brezilya’nınkine yakın. Hatırlanacağı üzere yüzbinlerce kişi 2014 dünya kupasını protesto etmiş ve betona yatırılan paranın sosyal harcamalara aktarılmasını istemişti. Nitekim haklı çıktılar. Bir futbol ülkesi olan Brezilya’da bile yapılan stadyumlar atıl hale geldi. Gazeteler, 72 bin kişilik Mane Garrincha stadyumunun bugün otopark olarak kullanıldığını, Natal’dakinde düğün organizasyonları yapıldığını, Manaus’taki Amazon Stadyumunun da hapishaneye çevrileceğini yazıyor. Benzer bir durum 2010 şampiyonasının düzenlendiği Güney Afrika’da da yaşanmış. Ve aynısı Rusya için de geçerli. Örneğin turnuvanın gollü maçlarının oynandığı Soçi’ye 48 bin kişilik bir stadyum yapıldı. Ama bu kentte yalnızca birkaç bin taraftarlı ve ikinci ligde oynayan bir takım var. Yani şampiyona sonrasında yeni stadyum kendi masraflarını karşılayamayacak. Buna rağmen, Putin’e “hayır” deme olanağı bulunmayan Soçi belediye başkanı durumdan memnun görünüyor.

Eskiden bu tür organizasyonları, dünyanın “büyük beyaz” ülkeleri olan Kuzey Amerika ve Batı Avrupalılar düzenlerdi. Son yıllarda Brezilya, Güney Afrika, Rusya, Çin gibi yeni yükselen ülkelerin öne çıktığı görülüyor. Türkiye de böyle bir organizasyon almak için can atıyor. Gerekçe olarak, “ekonomi gelişecek, turist gelecek” deniyor. Yalan. Yalnızca, inşaat şirketleri yeni ihaleler alacak. İnşaat, başka sektörleri de etkilediği için ekonomide büyümeye yol açar. Ama üretken bir sektör değildir. İnşaatla ne sanayide atılım yapabilirsiniz, ne yeni eğitilmiş işgücü kazanırsınız, ne de toprağınızın verimliliği artar. Bankalar, reklâmcılar, nakliyeciler, aracılar, medya kazanır. Turist sayısı artmaz. Çünkü organizasyonu izlemek için gelen kadar, gürültü patırtı yüzünden gelmekten vazgeçen de olur. Üç-beş kişilik fark için bunca para harcamaya değmez. Eğer ülkede spor geleneği yerleşmemişse, sağa sola stadyum yaparak sporu geliştireceğinizi de söyleyemezsiniz.

Futbol; büyük yatırımlar gerektirmeyen, oynamak için düz bir alanla topun yeterli olduğu, basit ve eğlenceli bir oyun.  Kuralları kolay öğreniliyor, her yaş ve cinsten insan rahatça oynayabiliyor. Bu nedenlerle ve toplumda yaygın olan her şey gibi; yöneticileri kim olursa olsun, futbolun asıl sahibi toplumun çoğunluğunu oluşturan alt tabakalardır. Sömürge halklarına şirin görünmek amacıyla ve bir “halkla ilişkiler çalışması” olarak, dünyanın dört bir yanına İngilizler tarafından götürülmüş. Ancak hayatın kuralıdır, egemenin kendi çıkarı için açtığı yollar ergeç tersine işlemeye başlar ve kendine karşı kullanılır. Futbolu öğrenen sömürge halkları da kısa sürede, oyunu emperyalist düşmanlarını altetmenin sembolü gibi görmeye başlamışlar. Bu gelenek bugün de sürüyor. Stadyum ve televizyon başındaki milyonlarca seyirci, bir Afrika ya da Güney Amerika takımının “büyük beyaz” takımlarından birini yenmesini, en azından final maçı kadar heyecanla ve zevk alarak izliyor.

Emperyalistler ırkçılığı ve dinsel fanatizmi destekler. “Böl ve yönet” politikaları için. Çünkü dünya halklarının anlamsız nedenlerle birbirine girmesi, sömürüyü kolaylaştırır. Ama emperyalistler kendileri dincilik ve ırkçılık yapmazlar. Büyük beyazların takımlarına ilk kara derili oyuncular alınmaya başlandığında, birkaç ırkçı mırın kırın etti ama sesleri çabuk bastırıldı. Bugün bazı futbol entelektüelleri dünya şampiyonu olan Fransa’da oynayan Afrika kökenli oyunculara bakıp, “ne güzel, futbolun kardeşliği sahada” misali ahmakça cümleler kuruyorlar. Evet, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinin spor alanlarında ırk ayrımcılığı yapılmıyor gibi görünüyor. Ama zaten böyle bir ayrımcılığın asıl yapıldığı alan buralar değil ki. Örneğin sahada büyük beyaz bir ülke için gol atan her siyah oyuncunun karşılığında, göçmen olarak aşmaya çalıştığı denizin dibinde yatan onlarca siyah çocuk ve kadın var. Milli ya da değil, herhangi bir futbol takımına büyük paralarla transfer olan her kara derili için; Paris’in varoşlarında aynı çatı altında bir düzine insanın barındığı onlarca kara derili evi var. Büyük beyaz ülkenin liginde gol kralı olan siyah derili futbolcunun lüks arabasıyla geçtiği bulvarlarda, varoşlardan gelen kara derili ancak potansiyel suçlu olabilir.

Futbol bir kentli oyunu. Eskiden boş arsalar, çocukların doğaçlama yetiştiği futbol okulları gibiydi. Bugün dünyanın büyük kentlerinde, kapitalizmin geleneksel kâr alanı olan emlâk spekülasyonları sayesinde boş arsa kalmadı. Futbolun (ve daha pek çok oyunun) yeni yıldızları artık dünyanın “boş arsaları” sayılan Afrika, Orta Asya, Hindistan ve çeşitli ada ülkelerinde yetişiyor. Güney Amerika’yı saymıyoruz, burası çoktan “okullu” oldu ve futbol endüstrisinin üretim alanına döndü. Benzer bir gelişmeyi dünyanın dört bir yanına taşıyarak geleceğin futbolcularını izleyen, okullar kurup eğiten, rezerv takımlar ve ligler kurup oynatan şirketler var. Geleceğin potansiyel yıldızları, henüz tek basamaklı yaşlardayken bulunup, hazırlanıyor. Bu, kapitalist ekonominin kriz içinde olmasıyla yakından ilintili bir durum. Elde çok büyük zenginlikler birikiyor ama kârlı yatırım yapacak alan bulunamadığından, bu zenginlik ölü yatırımlara gidiyor. Uyuşturucu ticaretinden savaşlara, sanattan spora, inşaattan lüks tüketime, borsa oyunlarından spekülasyona kadar uzanan geniş bir alandaki harcamalar, sermayeye dönüştürülemeyen zenginliklerden kâr sağlamak amacıyla yapılıyor. Üstelik böyle yapmakla hem yoksul halk kitleleri boş zamanlarında oyun izleyerek oyalanıyor, hem de gençlerin bireysel başarılar üzerinden zengin olma hayalleri besleniyor. En eski eğlenme yolumuz olan oyun, günümüz kapitalizminin kâr elde etme ve kitleleri yönlendirme aracı haline getiriliyor. Dünya şampiyonaları, bu alandaki gelişmelerin sergilendiği ve ürünlerin satış için pazara sunulduğu yerler oluyor. Şampiyon olan takım, 38 milyon dolar kazanacaktı, ne önemi var. Finale kalan bir takımın savunma oyuncusu bile tek başına bu fiyata satılıyor.  Bütün futbol şampiyonalarında gözler Maradona’yı arıyor. Aslında sahada Maradona gibi davranan birçok oyuncu var ama hiç biri onun gibi değil. Çünkü aradığımız başka;  oyunun para için değil, oyun zevki için oynanmasını arıyoruz.  Maradona, sahada ve dışında bunu bize veren son kişiydi. Oyunun gereğini yaptığı ölçüde biz seyircileri de mutlu ediyordu…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Blog Arşivi