Blog Arşivi

29 Temmuz 2018 Pazar

KUŞBAKIŞI DÜNYA EKONOMİSİ…


Küresel sermayenin tüm ülke yöneticilerinden beklentisi, hesaplarını düzgün tutmaları ve kendilerine emanet edilen ekonomileri batıracak maceralara girmemeleridir. Eğer bir ülke batacaksa da, bu oradaki siyasi liderlerin değil, finans oligarşisinin kararıyla olmalıdır. Sonuçta bir ülke sıradan yurttaşlar için yurt, yatırımcılar için bir tür işyeridir. İşyerinin başındaki müdürün kendini zarara uğratmasını hangi mal sahibi ister ki?


Küresel düzende iki önemli kurumsal yapı vardır: Birincisi sanayi ve tarımdaki dev tekeller, ikincisi ekonomiye kaynak sağlayan banka, yatırım fonu ve bunların uzantısı gibi çalışan kredi değerlendirme kuruluşları. İşte bu yapıların tepesindekilerin oluşturduğu iribaşlar topluluğuna, “finans oligarşisi” denir. Topluluğun üyeleri mal sahipleri ve onlar adına çalışan üst düzey elemanlarından oluşur. Her ne kadar küresel ölçekteki koruyucuları ABD ise de, topluluk Amerikalılardan ibaret değildir; en zengin ülkelerden başlayarak, dünyaya yayılmış bütün büyük sermayedarların katılımına açıktır. Dünyada üretilen, depolarda bekleyen, pazarlarda satılan malların, sunulan hizmetlerin, teknolojinin, tüm bu alanlarda kullanılan ücretli emeğin, toplam borçların ve alacakların, hisse senetlerinin, tahvillerin yüzde 90’ına yakınının sahipleri bunlardır.

Ancak bu durum herhangi bir zenginliğe sahip olmaya benzemez; dünyanın dört bir yanında, günün 24 saati, kesintisiz biçimde hareket halinde olan, akışkan bir değerler toplamına sürekli hükmetmeyi gerektirir. Bu akışkan değer yığınına kısaca “finans kapital” denir. Türkçesi, malî sermayedir. Ekonomiyle ilgili karikatürlerden de bildiğimiz üzere, finans kapitalin simgesi dolar işaretidir. Bir petrol kuyusu, okyanusların ortasında tepeleme konteynır yüklü bir gemi, uluslararası piyasalarda alınıp satılan bir mal ya da değerli kâğıttan bahsederken; hangi ülkeye ait olduğuna bakmaksızın “şu kadar dolar ediyor” dendiğini duyarız. Yine hangi ülkeden olursa olsun bunu duyan herkes gibi, bizim kafamızda da bir fikir oluşur. Çünkü yakın çevremizdeki birçok mal dolar olarak fiyatlandırılmıştır. Böylece uzaklardaki bir malla her gün gördüğümüz bir apartman dairesi, araba ya da futbolcunun fiyatını karşılaştırabiliriz. Ortak para birimi sayesinde uluslararası ticaret ve yine para ticaretinden başka bir şey olmayan bankacılık kolaylaşır. Elbette bütün olay bu değildir; dünyada geçerli ortak bir para olması, en çok finans oligarşisinin işine gelir.  

Doların dünya parası haline gelişi, 1945 sonrası oluşan dünya düzeni çerçevesinde gerçekleşti. Buna tek başına ABD yön vermedi, küresel çaptaki birçok gelişmeyi kendi lehine kullanarak böyle bir sonucun oluşmasını sağladı. Son 100 yıllık süreçte ABD’nin devlet olarak çıkarlarıyla finans oligarşisinin çıkarları, küresel kapitalizmin istikrarlı biçimde sürdürülmesi çerçevesinde çakıştı. İsteyen herkes, ABD güvencesi altında ve ona belli bir kazanç sağlayarak, dünyanın herhangi bir yerindeki mal ya da hizmete ulaşabilir hale geldi. Elbette bu gelişme finans oligarşisine sonsuz bir güç fırsatı verirken, ABD’yi de bu işleyişin gönüllü koruyucusu haline getirdi. İstikrarlı ve küresel ölçekte hesaplanabilir bir işleyiş sayesinde, küresel düzenin efendileri bir savaşın maliyetini, belli bir ülkedeki petrol rezervinin yıllar içinde sağlayacağı geliri ya da bir tatlı su kaynağının değerini kolayca tahmin edip, uzun vadeli planlar yapabildiler. Bunun önemine gelince:

Sermaye kasada duran para değil, akışkan bir değerdir. Borçlanmak dâhil, yatırım olarak kâr getirmekte kullanılan her şey sermayedir. Bu, sayısız malın işlem gördüğü, sürekli rekabetin yaşandığı, azıcık üstünlük sağlayanın hızla öne geçtiği, öngörülmesi zor, karmaşık bir ekonomik yapı yaratır. İşte dünyadaki her şeyin değerinin tek bir para birimi üzerinden hesaplanabilmesi, dünyanın efendilerinin böyle bir ekonomiyi yönetmesini kolaylaştırmıştır. Her bir malın küresel sermaye akışı içindeki konumunu önceden görerek hazırlık yapabilmişler ve bir dünya düzeni oluşturma yolunda ilerlemişlerdir.

 Kapitalizm, yaklaşık 200 yıllık yakın tarihinde birçok ekonomik bunalım ve siyasi çatışmadan geçerek bugünlere geldi. Bunların en önemlileri, iki dünya savaşının yanı sıra Rusya ve Çin’de yaşanan devrimlerdir. Böylece, finans oligarşisi tepesinde oturduğu düzenin bir gün sona erebileceğini gördü. Bu yüzden yalnızca kargaşaya düzen getirmek için değil, olası sonunu önlemek için de küresel ölçekte yönetilebilir bir düzen oluşturmanın peşine düştü. Ekonomik ve siyasi rekabetten kaynaklı çatışmaları azaltmak amacıyla BM kuruldu. Eski sömürgeci yöntemler terk edilerek dünya ticaretini kolaylaştırıcı ve az gelişmişliği kapitalist ölçüler içinde giderici yöntemler izlendi. BM Güvenlik Konseyi, Dünya Ticaret Örgütü, IMF, Dünya Bankası, gümrük tarifelerini düzenleyen anlaşmalar (GATT) bu amaçla oluşturuldu. Böylece, II. Dünya Savaşından 1970’lere kadar dünyada genel bir gelişme gözlendi. Ancak bu, kapitalizmin kâr oranlarının düşmesinden kaynaklı sorunlarını çözmeye yetmedi. Çünkü kapitalizm her zaman kriz dinamiğinden beslenen bir sistem oldu.

Bilindiği üzere bu düzende kâr amacıyla yatırım yapılır. Elde edilen kârın bir bölümü yatırıma ayrılır ve toplam yatırımlar düzenli olarak artar. Ancak bu gelişme yatırım giderlerini de arttırır. Belli bir aşamadan sonra, elde edilen kâr durmadan artan yatırım giderlerini karşılamaya yetmez. Elbette bu ekonomide ve günlük yaşamda bir tıkanıklık nedenidir ve böyle bir duruma düşmemek için yatırımlar azaltılır, faizler düşürülür ve büyüme dizginlenir. Ama tüm kapitalistler eşit koşullarda çalışmaz, o sırada bazıları çeşitli nedenlerden dolayı mutlaka daha fazla kâr ediyordur. Ne var ki, bir süre sonra bunların da sıkıntıya düşmesi ve uzun vadede bütün sistemin eşitlenerek genel bir bunalıma girilmesi kaçınılmazdır.

Kapitalizmin yapısal krizi toptan yok edilemiyor, ancak bir merkezden yönetilerek hafifletiliyor. Ama sermaye düzeni özel mülkiyete dayalı olduğundan bu olanaksızdır. İşte dünyayı denetim altına almak amacıyla, ABD silah gücü burada devreye giriyor. Ancak bu da bir yere kadar, dünyanın her yanında Irak’ı işgal ederek petrol kuyularını çalıştırır gibi iş yapılamaz. Öte yandan, ABD’nin kendi çıkarlarını ve küresel kapitalist işleyişin istikrarını koruma girişimlerinin birbiriyle çakışması, diğer devletlerin buna rıza göstereceği anlamına gelmiyor. ABD’nin güçlenmesi, dünya ekonomisinin denetim altına alınması nedeniyle birçok ülkeyi zarara uğratıyor. Bu yüzden, dünya ülkeleri bölgesel işbirliklerine giderek ve ABD ile ayrı ayrı anlaşma yolları arayarak bu durumdan kurtulmaya çalışıyorlar. (Daha geçen hafta, AB böyle bir anlaşma yaptı.) Buna karşılık ABD de, Irak, Afganistan, Libya, Suriye, Yemen gibi yıllardır “terörist” ilân ettiği ülkeler dışında fiili askerî güç kullanmaktan uzak duruyor. Şimdilik durumu, doların dünya parası olmasının avantajlarından yararlanarak dengelemeye çalışıyor. Dayattığı ekonomik önlemlerle, dolar kullanmaktan uzak duran ülkeleri dolar kullanmaya zorluyor. Örneğin Suudilerden, İran’a karşı korumanın faturasını ödemesini istiyor. Ve saltanatlarının yıkılacağı korkusuyla, onlar da bunu kabulleniyor. Trump, NATO üyelerini masraflara ortak ediyor. Bir yandan en büyük ticaret ortağı Çin’e kısıtlamalar getirirken, diğer yandan faizleri yükselterek doları ABD’ye çekiyor. Böylece doların değerli, aranan, dünya parası olma özelliği korunuyor. Sanki ABD öncülüğünde dünya ekonomisinde 1980’dekine benzer bir düzenlemeye gidiliyor. Maddi üretimin dünyanın her köşesine yayıldığı bir dönemde, ABD bütün bunları küresel hegemonyasını ve emperyalist dünya düzeninin istikrarını dolar yardımıyla korumak için yapıyor. Baksanıza, Türkiye Çin’den 3, 5 milyar dolar kredi alıyor. Neden dolar? Çin’in kendi milli parası yok mu?  Doların dünyadaki konumunu kredi veren Çin mi belirliyor, kredi alan Türkiye mi, yoksa ABD mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Blog Arşivi