Dere yatağına ev yapacaksın, belediye buna göre imar değişikliğine gidecek, gitmese bile göz yumacak, hükümetler imar affı çıkaracak, mezar taşı gibi binalar yasallaşacak, ama binlerce yıldır aynı yataktan akan sel bundan habersiz olduğu için önüne geleni silip süpürecek. Ve helikopterle olay yerine gelen bakan, bakmayan ve bakıp da görmeyenler; “son 500 yılın en şiddetli yağmuru yağdı” diye masal anlatacak. “Vatandaşın tüm zararını karşılayacağız, borçlarını erteleyeceğiz” diyecekler. Sanki dağıtacakları para da vatandaşın cebinden çıkmıyormuş gibi… Buna karşılık, kendi sorumsuzluğu dâhil her şeyin farkında olan mağdur vatandaş da yumurtadan yeni çıkmış güvercin misali gözlerini kırpıştırarak kameralara bakıp, “devletimize ve büyüklerimize” duacı olacak. İşte ülke ekonomiden siyasete, spordan sanata kadar son 40 yıldır böyle yönetiliyor…
Eskiden iyi-kötü
bir plan ve bütçeye göre yönetilirdik. Ortada bir hesap olduğu için yapılan işin
eksiği fazlası görülebilirdi. 12 Eylül 1980 sonrası ülkenin bunlar yerine
piyasaya göre yönetilmesine karar verildi. Böylece ülke dış yatırımlar kadar
küresel spekülasyonlara da açık hale geldi. Ve bugünkü iktidar işte böyle bir
dere yatağı üzerine inşa edildi. Uygulanan ekonomi politikaları sonucu ekonominin
döviz bağımlılığı ve kırılganlığı arttı. Buna, örneğin bölgedeki Müslüman
Kardeşleri desteklemek gibi yanlış politik tercihler de eklenince, dış borçları
çevirmek zorlaştı. Dolar yılbaşından bu yana düzenli olarak artıyordu. Nedeni
söylendiği gibi ABD Merkez Bankasının faizleri yükseltmesi değildi; dışsatım
gelirleri azalan yerli şirketlerin piyasadan döviz toplaması, faizlerin sabit
tutulması ve yanı sıra Türkiye’de kârları düşen sermayenin başka diyarlara göç
etmesiyle de ilintiliydi. Dolayısıyla dövizde sıçrama için küçük bir kıvılcım
yeterliydi. Beklenen oldu ve TL yılbaşından beri yaklaşık yüzde 50 değer
kaybetti. Yöneticilerimiz bunu, “ekonomimize
saldırı var” diye yorumluyor. Selin önüne bina kurdular, şimdi sel geldi diye
yakınıyorlar…
Bu arada, göstermelik
Dolar yakma eylemlerine Dolar hakkında üretilen efsaneler eşlik ediyor. Ekonominin
kırılganlığı yüzünden TL’nin değer kaybetme nedenini ABD ile yaşanan sürtüşmelere
bağlamak, bunların başında geliyor. ABD’nin dünya ekonomisine zarar verdiği,
karşılıksız basılan Dolar’ın bu ülkenin hegemonyasını zayıflattığı
belirtiliyor. İran ve Rusya gibi ülkelerle milli paralar üzerinden ticaret
yapma kararları, bağımsızlık ifadesi gibi yorumlanıyor. Gerçekler ve yalanların
harmanlanmasıyla yazılan senaryolar, yalnızca yaşadığımız ekonomik bunalımın
nedenlerini ve sorumlularını gizlemeye yarıyor.
Şunu
netleştirelim: Dolar Amerikan parası olduğu kadar bir dünya parasıdır da. Elbette
coğrafî değil, ekonomik dünyadan, yani küresel kapitalizmden bahsediyoruz. Dolayısıyla
ülkelerin Dolar’la sorunlarının biricik sorumlusu paranın sahibi ABD değildir,
ABD’nin de bir parçası olduğu ve hegemonyası altında tuttuğu küresel kapitalizmdir.
Dolar her ne kadar ABD’nin gücüne dayalı olarak dünya parası (rezerv para)
haline gelmişse de, kapitalizmin küresel ölçekte işlemesi için her zaman ortak
bir paraya gereksinim duyduğu da unutulmamalıdır. Bu nedenle ülke paralarının
Dolar karşısındaki dalgalanmalarının nedeni ABD’nin o ülkeye yönelik plan ve
projeleriyle açıklanamaz; ancak o ülke ekonomisinin dünyadaki yeri ve genel
olarak dünya ekonomisinin izlediği seyirle açıklanabilir. Kaldı ki ABD kimi
ülkelere ekonomi üzerinden tezgâhlar kursa bile, bu durum her şeyden önce
kapitalizmin buna müsait olduğunu gösterir ve ABD komplolarından önce neden
böyle bir sistem içinde yaşamak zorunda olduğumuz üstüne düşünmek gerekir. Eğer
bizi yönetenler bu konularda dişe dokunur söz söyleyemiyorsa, Dolar yerine
Molar geçse de durum değişmez…
Nitekim yöneticilerimiz
dolardaki artışa işaret ederek “Amerika bize oyun oynuyor” diyor ama Euro’da da
paralel bir artış olduğu halde Avrupa için aynı şeyi söylemiyor. Tersine, ABD
ve Trump hakkında atıp tutarken ardı ardına İngiltere, Fransa, Almanya
ziyaretleri yapıyor ve güya kavgalı oldukları Hollanda’ya büyükelçi atıyorlar.
Demek ki Dolar’daki artışın nedeni her neyse, Euro da o yüzden artıyor. Başka
bir ifadeyle, Dolar artışı ABD ile yaşanan siyasi sürtüşmelerden değil,
ekonomiden kaynaklanıyor.
Kapitalizm 16.
Yüzyıl sonlarında Batı Avrupa’da ortaya çıktığı zamanlardan bu yana sınırsız
yayılma eğilimi gösteren, evrensel bir sistemdir. Bu yüzden küresel
özelliklerini yakın zamanda kazandığı düşünülmemelidir, bunlar başından beri vardır.
Ticaret, sanayi ve sermaye yatırımlarının kısa sürede dünyaya yayılması, herkesçe
tanınan ortak bir para birimi üzerinde anlaşmayı zorunlu kılmıştır. “Üzerinde
Güneş Batmayan İmparatorluk” sıfatıyla sömürgeci İngiltere’nin parası Sterlin,
dünyanın pek çok köşesinde tanınıyor olması gibi pratik nedenlerden dolayı ilk
dünya parası olarak kabul edilmiştir.
Önceleri,
tarihten gelen bir alışkanlık nedeniyle, kâğıt para olarak Sterlin belli miktar
altını temsil ediyordu. Elinde Sterlini olan, karşılığında İngiliz Merkez
Bankasından o miktar altını alabiliyordu. Bu gelenek, I. Dünya Savaşı sonrası
dünya parası olarak kabul edilen ABD Doları ile de sürdü. 1 ons altının 35
Dolar ettiği 1944’de imzalanan uluslararası bir anlaşmayla (Breton Woods) kabul
edildi. Ancak dünya ekonomisinin büyümesi ve piyasada dolaşan para hacminin
artması sonucu bu uygulama pratik bakımdan geçersiz hale geldi. ABD 1971’de
Doların altın karşılığından vazgeçti ve parasının diğer paralar karşısındaki
değerinin serbest piyasada belirleneceğini açıkladı. Böylece diğer paralar da
Dolar’a bağlı hale geldi.
ABD bugün
istediği kadar para basıp, dünyanın her yerinde istediği şeyi satın alabilir.
Bu Dolar’ın karşılıksız basılmasıyla değil, dünya parası olmasıyla ilgilidir.
Para, soyut değer ifadesidir. Gerçek hayattaki karşılığı, satın alınan
şeylerdir. Alışveriş bittikten sonra paranın işi biter. Bu yüzden, örneğin
Türkiye’nin İran ve Rusya ile milli paralar üzerinden ticaret yapmasının Dolar’a
karşı direnç oluşturmak bakımından bir önemi yoktur. Nasıl olsa iki ülke bütün
gereksinimlerini aralarında ticaret yaparak karşılayamaz. Dünya ticareti yapmayan
hiçbir ülkede sanayi üretimi gerçekleşemez. Bütün ülkelerle milli paralar
üzerinden ticaret yapmak, dünya ekonomisini 500 yıl geriye götürmek gibidir.
Sayısız mal ve hizmetin birbirleriyle hangi oranlarda değiştirilebileceğini
hesaplamak için, küresel geçerliliği olan bir para birimi üzerinde anlaşmak
zorunludur. Şimdilik bu Dolar’dır. Dünyadaki merkez bankalarının elinde tuttukları
paranın yaklaşık üçte ikisi Dolar cinsindendir. Yine uluslararası ticarette
kullanılan çeşitli paralar arasında Dolar yaklaşık bu orandadır.
ABD, yıllık 18
trilyon dolarlık hacmiyle dünyanın en büyük ekonomisine sahip. Dışsatımda ilk
sırayı Çin almış olsa da, dışalımda 2,2 trilyon dolarla ABD ilk sırada. Silahlı
gücü, medyası ve kapitalizmle özdeşleşmiş Amerikan yaşam tarzı, Dolar’ın dünya
parası olmasının arkasındaki belli başlı etkenler. Ancak en önemli etken, sermayenin kâr amacıyla bütün sınırları
aşarak, her koşula uyum sağlayarak, küresel ölçekte ve sürekli hareket halinde
bir değer oluşudur. Dünyanın tüm kapitalistleri, bu akışın kesintisiz sürmesine
muhtaçtır. Bu da çeşitli sermayeler ortak bir parayla ifade edilmeden olamaz. Dolayısıyla Dolar dünyayı yalnızca para
olarak değil, aynı zamanda sermaye olarak da dolaşıyor. Bir anlamda, ABD’nin
dünya hegemonyasını onunla rekabete giren sermaye odakları oluşturuyor. Çünkü dünya
çapında güç olmak için daha çok sermaye kullanmak, dolayısıyla ellerinde daha
çok Dolar tutmak zorunda kalıyorlar. Ve istemeseler bile, ABD lehine
çalışıyorlar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.