İletişim ve
ulaşım, günümüz kapitalizminin can damarı. Ürün, para ve bunlar hakkındaki
bilgiler ne kadar uzağa ve çok kişiye hızla ulaşırsa, düzenin kârı o oranda
artıyor. Kriz ateşinin arttığı dönemlerde bu sektörler daha da önem kazanıyor. Can
damarlarına sahip olamayan bir ülkenin bağımsızlığını yitirmesi bir yana, dünya
düzeninin alt basamaklarında sürünmekten kurtulması bile olanaksızdır. Ülkede
ulaşımın özelleştirmeler ve petrole bağımlılık üzerinden küresel sermayenin
egemenliği altında olduğu bilinen bir gerçektir. Ülke iletişimi ise, bu alanda
tekel konumundaki Türk Telekom’un özelleştirilmesi ile aynı kaderi paylaşmış
ama alıcıların borcunu ödeyememesi nedeniyle şimdilik direkten dönmüştür. Bu
belki de hayırlı bir musibettir. Ancak böyleyse bile, hayrı herhalde kurumu
satanların değildir.
Telekom,
Evrensel yazarı Bülent Falakoğlu’nun da belirttiği üzere 1990’larda 25-30
milyar dolar değer biçilen ama muhalefet nedeniyle özelleştirilemeyen bir kamu
kurumuydu. Hisselerinin yüzde 55’i, Lübnanlı Hariri ailesine 2005’de satılarak
özelleştirildi. Haririlere ait Oger Telecom şirketi Saudi Telecom Şirketi ile
ortaklık yaparak, Ojer Telekomünikasyon
AŞ (OTAŞ)’yi kurdu ve Türk Telekom hisselerini 6. 5 milyar dolara, 21 yıl
süreyle satın aldı.
OTAŞ borcun
yüzde 20’sini peşin, kalanı beş taksitte ödeyecekti. 2004’de 2.2 milyar TL net
kâr eden Telekom’un kasasında zaten borca yeterli para vardı. Ama OTAŞ ödeme
yapmadı. Hisselere karşılık, 4 milyar 300 milyon dolar kredi aldı. Ancak bu
borcu da ödemedi. 2013’de İş Bankası, Garanti Bankası ve Akbank ağırlıklı bir
bankalar ortaklığından 4 milyar 478 milyon dolar ve 211 milyon TL yeni kredi
aldı.Ve bunları da ödemedi. BDDK, 16 Kasım 2017’de 30 bankaya yazı göndererek,
OTAŞ borçlarının takibe alınmamasını istedi. Bu sırada, Lübnan Başbakanı Saad
Hariri’nin başı Suudilerle dertteydi. Ancak Türkiye’de de işler yolunda değildi
ve adı geçen bankaların uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları tarafından
notu düşürülüyordu. Bunun üzerine, alacak karşılığı OTAŞ hisselerine geçen
hafta el koydular. Telekom, iletişim alanında herhangi bir deneyimi olmayan üç
büyük bankaya geçti. Herhalde hisseleri hemen satıp nakde çevirmek
istiyorlardır. İşin perde arkasına gelince:
Telekom, yaklaşık
40 milyon abonesiyle iletişim alanında tekeldir. Bu bile zarar etmesinin
olanaksızlığını yeterince gösterir. Ama OTAŞ zarar ettiğini açıklıyordu. Oysa Elektrik
Mühendisleri Odasının resmî kayıtlara dayanarak aktardığı bilgiye göre, 2013
yılında ikinci kez borç aldığı tarihe kadar 5 milyar 700 milyon dolar kâr payı
almıştı. Yanı sıra, hakkı olmadığı halde kuruma ait birçok PTT binası, arsa,
dinlenme tesisi, misafirhane gibi değerli mülkü satmıştı. Kurumdaki 60 bin
çalışan sayısını 20 bin dolayına indirdi. İşten çıkarılanlar, çeşitli kamu
kurumlarında çoğu meslek dışı görevlendirmelerle toplumun sırtına yük edildiler.
Buna karşılık, Birgün’den Nurcan Gökdemir’in haberine göre kurumdaki
yöneticilerin sayısı arttırıldı ve 2015’de yönetim kurulu üyelerine 350’şer bin
lira “huzur hakkı” ödendi. Kurumun üst düzey yöneticileri arasında Cumhurbaşkanı
danışmanı Yiğit Bulut, Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Fahri Kasırga, İçişleri
Bakanı Efkan Ala, TRT Genel Müdürü İbrahim Eren gibi isimler vardı. Bu yıllarda
Telekom, zararını kapatmak için abonelerine eski tarihli borçlar çıkardı.
Bunlar yaşanırken, Sayıştay kanununda ardı ardına yapılan değişiklikler
sayesinde, yapılan işlemler sürekli denetimden kaçırıldı.
Biraz da Hariri
ailesine bakalım: OTAŞ’ın müflis sahibi Saad Hariri, Lübnan başbakanı. Babası
da iki dönem aynı koltukta oturmuş ve 2005’de suikast sonucu öldürülmüştü.
Haririler Lübnan’ın kuzeyinde Trablus yakınlarında yaşayan, siyasette ve
ticarette etkili bir aile. Lübnan’da, Fransızların sömürgecilik döneminde
temelini attığı bir siyasi sistem çerçevesinde Sünnilere öncülük ediyorlar.
Ülkede 18 farklı dinsel ve etnik topluluk var. Mecliste hepsinin temsilcileri
bulunuyor. Anayasaya göre cumhurbaşkanı Marunî Hıristiyan, başbakan Sünni
Müslüman ve meclis başkanı Şiilerden seçiliyor. Haririler, Suudilerin Lübnan
siyasetine müdahale etme amacını gerçekleştirmek üzere, bu aile tarafından
finanse ediliyor. Ayrıca, tarihsel bağları nedeniyle Fransa ile de güçlü
ilişkileri var.
Bizim
yönetenlerimiz gibi Haririler de Suriye’de savaş başladığında, Esat’ın çabuk
yıkılacağına inanıyorlardı. Ancak beklendiği gibi olmadı. Bunun üzerine,
Esat’ın en büyük desteği Hizbullah’ı zayıflatacak hamleler yapmaya başladılar.
Haririlerin etkili olduğu Trablus çevresinde saklanan kimi Cihatçılar, Güney
Lübnan’daki Hizbullah ağırlıklı yörelerde bombalı saldırılar düzenlediler.
Kuşkusuz bunların arkasında, Haririleri de yöneten Suudiler vardı. Amaç
Lübnan’da bir Sünni-Şii çatışması yaratarak, Esat’ın desteğini kesmekti. Bu
arada, İsrail de bunu bekliyordu. Ancak plan yürümedi ve Hizbullah’ın tutarlı
tavrı Lübnan’ın bölünmesini önledi. Bunun üzerine, Saad Hariri Hizbullah’la
uzlaşarak, onların cumhurbaşkanı adayını destekleme karşılığı, Aralık 2016’da
başbakan oldu. Hariri, savaş nedeniyle ekonomik sorunlar yaşıyordu ve bu
nedenle de Lübnan’da istikrarın sağlanmasını istiyordu. Bunun için Esat’la
görüşmeye hazırlanması Suudileri kızdırdı. Kasım 2017’de Riyad’a çağırarak
rehin aldılar ve istafasını açıklattılar. Ancak Fransa’nın araya girmesiyle
Lübnan’a döndü. Bu dönemde Hariri Telekom borçlarını ödeyemiyordu. Yönetenlerimiz,
Lübnan’la ilgili planları nedeniyle
Hariri’yi sıkıştırmadılar. Nedenine gelince:
Lübnan, tarih
boyu Arap Yarımadasının giriş kapılarından biri olmuştur. Bir zamanlar ülkemiz
yöneticileri Esat’a “kardeşim” diye seslenirken, Suriye, Lübnan ve Ürdün’le
ticari anlaşmalar yapıyor, Lübnan’da bir serbest bölge kurmak için
çalışıyorlardı. Hatta Beyrut’ta kurulması için, 24 Ocak 2013’de TBMM’de bir
yasa çıkarıldı. Ancak rüzgâr tersine dönünce, bu planın Haririlerle gerçekleştirme
yolları aranmaya başlandı. Bu süreçte
“kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” mantığıyla, ekonomik bakımdan zor durumda
olan Haririlerin Telekom’un içini boşaltmasına göz yumuldu.
Olayın bir de
küresel kapitalizmin işleyişiyle ilgili yanı var: Telekom özelleştirmesi
sürecinde yaşananlar “beceriksizlik, denetimsizlik” vb. biçimde
değerlendiriliyor. Sanki Sayıştay denetimi olsa, kurum ehil kişilerce yönetilse
ve hükümet dikkatli davransa böyle olmayacakmış gibi konuşuluyor. Bu bir soygun
değil, sömürüdür. Dolayısıyla yaşanan somut olaylar, genel bir işleyişin
parçasıdır. Öncelikle bu tür özelleştirmeler yoluyla, kapitalist düzene ait
olmayan, çok eski toplumlardan kalma ve “genelin çıkarına çalışan” anlamına gelen “kamu yararı” kavramı, ortadan
kaldırılıyor. Telekom gibi kamu kurumları, toplumun malıdır ve devlete
emanettir. Bunlar devlet mülkü olmaktan çıkarılırken, aslında toplumun kuşaklar
boyu biriken emeği özel şirketlere veriliyor. İkincisi, bu bir beceriksizlik ya
da denetimsizlik sonucu yapılmıyor; bu düzenin temelinde yatan yabancı sermaye,
şu ya da bu biçimde kârını alıyor. Yöneten kim olursa olsun, yatırım yapan
kârını alacak. Kazancın en küçük miktarı Telekom emekçilerine, daha büyüğü
devlete vergi olarak ve en büyüğü şirkete kâr olarak bölüştürülüyor. Hiçbir
bölüşüm, üretim sürecine egemen olan güçlerin aleyhine gerçekleşmez. Burada da
öyle oluyor. Suudilerin parasıyla Türkiye’de ve yakın coğrafyada iş tutan bir
iktidar, bunun karşılığını bizim alınterimizle ödüyor. Bir ülkede zaten çalışan
halkın dışında kimin emeği ve alınteri var ki? Becerikli ya da beceriksiz
yollardan, buna el konuyor. Ama sistem öylesine tıknefes durumdaki, küçük
hatalar bile eline ayağına dolanıyor ve içinden çıkılmaz sorunlara neden
oluyor. Emeğimize, suyumuza, toprağımıza sahip çıkmadığımız sürece Telekomlar
deniz, yemeyen…yemeye devam edecektir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.