Geçenlerde yayınlanan bir kararla Türk Parasının Kıymetini Koruma Kararnamesine bir ek yapılarak, dövizle kiralamalar yasaklandı. Kararda şöyle deniyordu: " Türkiye’de yerleşik kişilerin Bakanlıkça belirlenen haller dışında kendi aralarındaki menkul ve gayrimenkul alım satımı, taşıt ve finansal kiralama dahil her türlü menkul ve gayrimenkul kiralama, leasing ile iş, hizmet ve eser sözleşmelerinde sözleşme bedeli ve bu sözleşmelerden kaynaklanan diğer ödeme yükümlülükleri döviz cinsinden veya dövize endeksli olarak kararlaştırılamaz.” Yöneticilerimiz böyle bir karar alınmasının gerekçesini "burası Amerika mı" diye açıklıyorlardı. Evet, Türkiye'de Türk parası kullanılması gerekiyordu. Ama böyle bir karar metninde bile "finansman...leasing" gibi yabancı kökenli sözcüklerin geçtiği, iğneden ipliğe her işin dövizle görüldüğü bir ülkede bu karar ne kadar geçerliydi? Üstelik son zamanlarda bakanlıklar başta olmak üzere ülkenin bütün kilit kurumlarının ekonomik bakımdan incelenip araştırılması ve ne yapılması gerektiğine ilişkin öneriler getirmesi işi Mckinsey gibi ABD kökenli bir şirkete verilmişken...
Malum, yılbaşından bu yana
dövizin yükselme nedeni önce "ABD'nin ülkemize müdahalesi"
diye açıklansa da, bunun nasıl olduğu şu ana dek gösterilmedi.
Oysa baş neden, ülke ekonomisinin yabancı sermaye girişine muhtaç
hale getirilmiş olmasıdır. Böylece döviz-TL ilişkisi ülke
düzeyinde ya da her tür küresel dalgalanmadan etkileniyor. Bu da
aşağıdan yukarı, küçükten büyüğe,Türkiye'den küresel
sermaye merkezlerine doğru bir değer akışına yol açıyor.
Ülkenin döviz gelirleri azaldığı için dövizle iş yapan
şirketlerin borçlarını ödemek amacıyla piyasadan döviz
toplaması, borçlu olmasa bile ellerinde TL yerine döviz tutması,
sıradan yurttaşların da benzer davranışları, dövizin
yükselmesine yol açıyor. Buna bir de yatırımları arttırıp
işsizliği düşürerek ekonomisini toparlayan ABD'nin faizleri
yükseltmesi eklenince, yaşadığımız durum ortaya çıkıyor. ABD
dünya piyasalarından para çekerek küresel ekonomiyi daraltıyor
ve bunun olumsuz sonuçlarını kullanarak ülkelere baskı yapıyor.
ABD'den bir saldırı varsa bile bu yalnızca ülkemize değil, bütün
dünyaya yöneliktir.
Peki yönetenler bunların
farkında değil mi? Olmaz olurlar mı hiç, geçen yıllardan beri
şirketleri dövizle borçlanmamaları için uyarıyorlar. Devlet
erkânı yanında işadamlarıyla Afrika, Ortaasya, Güney Amerikayı
ticari bağlantılar kurup döviz girdisini arttırmak için geziyor.
Ülkenin gözde köşelerine villalar dikip, petrol şeyhlerine
satmaya çalışıyorlar.
Yönetenlerimiz "Türkiye'de
Türk parası geçerlidir" diyor ama gelişmeler hiç de öyle
görünmüyor. Yurttaşların önemli bir bölümünün futbolla
yatıp kalktığı ülkemizde ilk akla gelen, "yabancı
futbolcular da paralarını TL olarak mı alacak" sorusu oluyor.
Ellerinde kapı gibi sözleşmeleri olduğu için, elbette
ücretlerini dövizle almaya devam edecekler. Bu arada "yap,
işlet, devret" (YİD) modeliyle ihale edilen yol, köprü,
havalimanı, şehir hastanesi, enerji santrali gibi işletme
gelirlerine döviz üzerinden garanti verilmeye devam ediliyor. Yani
yurttaşa "Türk parasıyla iş yapacaksın" diyen devlet,
kendisi öyle yapmıyor. Bazı örnekler:
İzmit Körfezi üzerindeki Osman
Gazi Köprüsünden günde 40 bin aracın geçmesi ve araç başına
35 Dolar artı KDV alınması garanti ediliyor. Dolar bugünkü
kurdan yaklaşık 6 TL. Ancak geçişlerde TL ödeniyor ve küçük
araçlardan 71, 75TL, hafif ticari araçlardan 114,80 TL,
büyüklerden 136,35 TL alınıyor. Oysa sözleşmeye göre Dolar
üzerinden alınsa, bu ücretlerin daha yüksek olması gerekiyor.
Köprüyü yapan ve işleten şirkete aradaki farkı Hazine ödüyor.
Öte yandan eğer 40 binin altında araç geçmişse, şirketin
oluşan gelir kaybını da yine Hazine ödüyor. Hazine kasasını
yurttaştan aldığı vergilerle doldurduğuna göre, biz ödüyoruz.
Böylece devlet köprüyü kullanan araç sahibine ve şirkete destek
olurken, hayatında bu köprüyü görmeyecek yuttaştan bile köprü
geçiş parası alıyor...
Benzer durum Yavuz Sultan Selim
Köprüsü, Avrasya Tüneli, 3. Havalimanı, Akkuyu Nükleer
Santrali, şehir hastaneleri gibi bir dizi işletmede de var. Geçecek
araç sayısı, üretilen enerjinin ne kadarının devlet tarafından
satın alınacağı, hastaneye gelecek ortalama hasta sayısı
garanti ediliyor ve şirketlere bunun için ödenecek para döviz
üzerinden hesaplanarak ödeniyor. Peki neden?
Şirketler, aldıkları projeleri
bankalardan çektikleri kredilerle inşa ediyor ve işletiyorlar.
Krediyi Türk bankası verse bile, tüm hesaplamalar döviz üzerinden
yapılıyor. Çünkü banka da kendi parasını değil, uluslararası
fonların kaynaklarını kullanıyor. Dolayısıyla uluslararası
sermayenin Türkiye'deki yatırımlarına bekçilik edip,
karşılığında komisyon alıyor. Bu yüzden, TL'deki herhangi bir
dalgalanma, projeyi yapıp işletecek olan şirketten başlayarak
dünyanın finans merkezlerine kadar zincirleme bir etki yaşanması
olasılığı bulunuyor. Işte böyle durumlarda ödemelerde herhangi
bir tıkanıklık olmasın diye devletinkiler dahil tüm işlemler
döviz üzerinden hesaplanıyor. Türkiye ekonomisi batsa bile,
küresel sermaye alacaklarını tahsil etmenin bir yolunu buluyor. En
yakın örneği Yunanistan. 10 milyona yakın bir nüfusun yaşadığı
ülkede ekonomik darboğaz yüzünden halk 3 yıl boyunca sokaklara
döküldü ve sonunda 400 milyar Dolar'a yakın dış borcu ödemenin
bir yolu bulundu. Güya "sol" Syriza hükümeti yıllardır
borçları tıkır tıkır ödüyor...
Toplumlar binlerce yıldır
ticaret yapıyorlar. Bunu ilk önceleri, tüketim fazlası
ürünlerini değiş-tokuş ederek yapıyorlardı. Paranın bu
değişimde kullanılması yaklaşık 2 bin yıl önce başladı. Bir
malın değerini ve birbiriyle hangi oranda değiştirilebileceğini
hesaplamaya yarıyordu. Öte yandan, gerektiğinde bir şey
satınalabilmek için zenginlik biriktirme aracı olarak da
kullanılıyor ve ticaret yapmak isteyenler yanlarından değiş-tokuş
amacıyla ağır yükler yerine para taşıyorlardı. Para, sahibine
güç ve dilediği gibi davranma olanağı sunduğu için ülkelerin
bağımsızlığının, hükümdarların iktidarının sembolü
haline geldi. Paranın sermaye olarak kullanılması ise ancak
günümüz modern toplumunda gerçekleşti. Bu da parayı yalnızca
zenginlerin kullandığı ve belli bir coğrafyada geçerli bir
araç olmaktan çıkartarak, dünyanın her yanında yatırım yapmak
için kullanılır hale getirdi. Bunun adı kısaca kapitalizm,
Türkçesiyle "sermaye düzeni" dediğimiz şeydir.
Kapitalizm, tarihteki hiç bir
ekonomik düzene benzemez. Kâr amacıyla yapılan yatırımlar, bu
gerçekleştikçe büyüyerek yayılır. Kapitalizm, farklı sermaye
yatırımları arasındaki rekabet yüzünden "bu kadar kâr
bana yeterli" diyerek bir noktada durup kenara çekilmez.
Sermaye düzeni böylece tüm dünyaya yayılır. Bu da ülkelerin
kendi coğrafyalarında bile kendi paralarını diledikleri gibi
kullanmasına olanak tanımayan bir ekonomik gelişmeye yol açar.
Paranın tarih boyu değişmeyen özelliği, değerinin arkasındaki
güce bağlı oluşudur. Siyaseti güçlü ülke, ekonomik bakımdan
da güçlüdür ve dünya ticaretindeki önemi diğerlerinden
fazladır. Dolayısıyla piyasada güçlü ülkenin parası geçer.
Para biriktirmek isteyen, elinde güçlü parayı tutmayı tercih
eder. Yatırım yapacak olan, alıp satacağı malları bu para
üzerinden hesaplar. Bu nedenledir ki Türkiye'de Türk parası
kullanma kararına devletin kendi dahi uymuyor. Buna mal sahipleri de
uymayacaklardır. Kiracılarıyla TL üzerinden sözleşme
imzalasalar bile, alışverişlerini paralel sözleşmelerle döviz
üzerinden sürdürmeye devam edeceklerdir. Örneğin yüksek depozit
alıp kur farkı doğdukça depoziti çekerek yine döviz üzerinden
kira alıyor gibi davranmaları mümkündür. Dolayısıyla havuz
medyası yazarlarının döviz üzerinden kiralama ve emlâk satış
ilânlarına bakarak "hâlâ akıllanmadılar" diye
kızmaları anlamsızdır. Ülke ekonomisindeki her şey döviz
üzerinden hesaplanırken ve TL'nin değeri pula dönmüşken, bu tür
kararların hayatta karşılığı yoktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.