Zenginin konağında cinayet işlendiğinde, bütün kanıtlar katilin uşak olduğunu gösterir. Çünkü herkes ailenin bin türlü melânete bulaşmış şımarık oğlunun cinayeti işlediğini bilir ama sırf düzenleri bozulmasın diye bilmezden gelerek, kanıtları ve ifadelerini uşağı suçlayacak biçimde ayarlar. Ta ki acemi bir dedektif çıkıp işleri karıştırana kadar. O da bildiğinden değil, kurgu ve yönlendirmeleri anlayamayacak kadar aptal olduğundan. Her adımda önüne bakarak yürürken, sonunda katille burun buruna gelir. Gerisi mahkemenin işi…
2 Ekim Salı gün
öğlen bir evrak almak üzere Suudi Arabistan İstanbul Konsolosluğuna giren Cemal
Kaşıkçı, bir daha çıkmadı. Kaşıkçı böyle bir olasılığı düşünerek, Türk
nişanlısı Hatice Cengiz’e “eğer dışarı çıkmazsam ara” diye, Tayyip Erdoğan’ın
danışmanı Yasin Aktay ve Türk Arap Medya Derneği Başkanı Turan Kışlakçı’nın
telefonlarını vermişti. Korkulanın başa gelmesi üzerine, nişanlı telefonları
aradı ve ilk olarak, saat 17.00’ye doğru Kışlakçı’ya ulaştı. Resmî makamlar
Kaşıkçı’yı araya dursun, olay flaş haber olarak medyaya yansıdı. Ardından
devlet başkanları, gazeteciler, güvenlik uzmanları, protestocu grupların yorum,
kınama ve soru yağmuru başladı.
ABD ve İngiltere
olayı şiddetle kınadılar. İngiltere daha sonra Fransa ve Almanya ile ortak bir
açıklama daha yaptı ve tekrar kınadı. BM İnsan Hakları Örgütü olayın hemen
aydınlatılmasını istedi. Katar doğal olarak Suudileri suçladı. Suudiler de
Katar ve Türkiye’yi kastederek, olayı “dış mihrakların işi” diye yorumladı.
Türkiye’nin resmî tutumu elbette acemi dedektifinki gibi olmadı, nispeten
yumuşak davrandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan olaydan ancak 9 gün sonra Macaristan
gezisinden dönerken, “sessiz kalmamız mümkün değil” dedi. İktidarın
eteklerinden resmî olmayan iki türlü görüş yayıldığı görüldü: Bir görüşe göre “eylem
Suudilerle aramızı bozmak isteyen İsrail’in işi” idi. Diğerine göre Kaşıkçı
muhalifti ve Müslüman Kardeşlere yakın olduğu için Prens Selman tarafından
ortadan kaldırılmıştı.
Ayrıntıları
atlıyorum, bir olay ne kadar olağanüstü görünse de sonuçta hayatın olağan bir
parçasıdır. Sorulara bu çerçevede yanıt bulmaya çalışalım: Kaşıkçı kim ve neden
önemli? ABD ve İngiltere neden bu kadar sert tutum alıyor? Suudilerin ve
Türkiye’nin durumu ne?
“Kaşıkçı” soyadının
yabancısı değiliz, aile 300 yıl kadar önce Kayseri’den Medine’ye göçetmiş. Aile
Suudi sarayına yakın ve birçok üyesi, yıllardır devlet işleriyle uğraşıyor.
Bunlardan Adnan Kaşıkçı önce Suudilerin ABD ile silah ticaretini ayarlıyor ve
deneyim kazandıkça dünya çapında zengin bir silah kaçakçısı haline geliyor. Başkan Reagan zamanında Nikaraguara’da devrim yapan Sandinistaların yıkılması için
Kontraları destekleme operasyonlarına katılıyor. Bu çerçevede ABD’nin ambargo uyguladığı İran’a
gizlice silah satarak, parayı Kontralara aktarıyor. İşte Cemal Kaşıkçı’nın böyle
bir ailesi var. Gençlik yıllarında O da Suudi İstihbaratı Başkanı Prens Türki
el Faysal için çalışıyor. Daha sonra Afganistan’a gazeteci olarak gönderiliyor
ve Bin Ladin’in dünyaya tanıtılmasını sağlıyor. Son olarak, kraliyet ailesi içindeki iktidar
çekişmesinde yanlış ata oynayıp Prens Selman karşıtlarının yanında yer alınca,
2017’de karısı ve çocuğunu Suudi sarayında bırakıp ABD’ye kaçmak zorunda
kalıyor. Kaşıkçı ne Müslüman Kardeş, ne
de Suudi yönetimine sert muhalefet eden biri değil. Zaten çalıştığı Washington
Post gazetesi de Prens Selman’ı “büyük reformcu” olarak destekleyen bir yayın. Ancak
Suudilerde iktidarın hep saray darbesiyle el değiştirdiği düşünülürse, Prens
Selman yönetimine yakınlığın, uzak olmaktan daha tehlikeli olabileceği
anlaşılır. Üstelik Batılıların gözünde, Selman’dan daha tutarlı bir liberalsen…
ABD ve İngiltere
Suudilere yalnızca Kaşıkçı yüzünden kızgın değiller, başka gerekçeleri de var. Birincisi,
ABD, İran’a karşı mücadelesinde Suudilerin daha çok sorumluluk almasını istiyor.
Bilindiği üzere Suudiler 12 ülkenin üye olduğu OPEC’in başkanı ve dünya
petrolünün yüzde 41’ini tek başına çıkarıyor. Eğer ABD’nin istediği gibi petrol
üretimini arttırırsa, petrol fiyatları düşecek ve İran’la Rusya’nın petrol
gelirleri azalacak. Ancak Suudi ekonomisi de sıkışık durumda olduğundan, hiç
de böyle bir niyet göstermiyorlar. Suudiler, İran ve Rusya ile geçen yıl
anlaştıkları miktarda petrol çıkarmayı yıl sonuna kadar sürdürecek. ABD’yi kızdıran ikinci sorun ise Suudilerin, ARAMCO’nun
hisselerini halka arzetmekten vazgeçmesi. ARAMCO bir devlet şirketi. Prens
Selman geçen yıl “Vizyon 2030” adı altında bir reform paketi açıklamıştı. Buna
göre ülke ekonomisi petrol gelirlerine bağlı olmaktan çıkarılarak sanayi,
teknoloji, turizm alanlarında da gelişme sağlanacak ve liberalleştirilecekti. Bu
amaçla kullanılmak üzere, ARAMCO hisselerinin yüzde 5’i halka arz edilerek, 100
milyar dolar gelir sağlanacaktı. Ayrıca bu işlem ABD ya da İngiltere
borsalarında yapılacağı için, oraların ekonomisine de hareket getirecekti. Yanı
sıra, halka arz olayı, şirketin şeffaflaşmasını sağlıyordu. Artık küresel
sermaye kuruluşları, ARAMCO’nun kayıtlarını günü gününe izleyebilecekti. Ancak geçtiğimiz
yaz sonu Suudiler bu işten vazgeçtiler. Prens Selman 2021’de işlemin
tamamlanacağını söylese de, Suudi
yönetiminin keyfiliği güvensizlik yaratıyordu. Bunun üzerine Trump geçen hafta
Suudileri hedef alan bir twitt atarak “biz olmasak iki hafta bile ayakta
kalamazsınız” dedi ve sundukları desteğin bedelinin ödenmesini istedi. Prens
Selman, savunmaları için kimseye bedel ödemeyeceklerini belirtti. İşte iki ülke
arasında bu çerçevede bir gerginlik hüküm sürüyordu.
Türkiye’ye
gelince: Malum, Katar-Suudi gerginliğinde Türkiye Katar’dan yana. Bu ülkede
büyük bir askeri üssü var. Ancak Türkiye, Suudilerle de ilişkilerini sıcak
tutmak istiyor. Bunda Suriye’de yapılan işbirliği kadar, Suudi sermayesinin çekiciliğinin de etkisi var.
Bu yüzden Türkiye son olayı bahane ederek Suudilerin üstüne gitmiyor. Söylendiği
gibi, olayın Türkiye topraklarında yaşanmasını da saygısızlık olarak görmüyor.
Daha önce Çeçen, Tacik, Özbek ve İranlı muhalifler de Türkiye’de öldürüldü. Bu
olayların arkasındaki devletlerle herhangi bir sorun çıkmadı. Dolayısıyla
Kaşıkçı olayı bizzat Prens Selman’ın emriyle yapılmış olsa bile, sorun
edilmeyecektir. Bir biçimde anlaşma
sağlanacaktır. Bu arada Türkiye gerçekten Suudilerle arasını düzeltmek
istiyorsa, bunun Suudiler açısından ölçüsü, Müslüman Kardeşlerle ilişkilerin
kesilmesi olacaktır. Bu olay, ülkedeki Müslüman Kardeşlere de bir gözdağıdır.
Eğer Türkiye olayın üstüne gitmezse, Suudilerin dümen suyuna girmiş ve arayı
düzeltmeye başlamış sayılır.
Olayın bir de
küresel gelişmelerle ilgili yanı var. Birçok küçük ülkede baskıcı yönetimlerin
işbaşına geldiğini ve oldukça rahat davrandıklarını görüyoruz. Bazen
emperyalist güçlerle bile sürtüşebiliyorlar. Nedeni şöyle yorumlanabilir:
1980’lerden beri küresel kapitalizmin gelişmesine bağlı olarak, küçük ülkelerde
önemli bir sermaye birikimi sağlandı. Bu, zengin bir yerli kesim yarattı. Bu
kesiminden güç alan küçük ülke yönetimleri, küresel ölçekte ve bol seçenekli
ekonomik ilişkilere girebiliyorlar. Böylece emperyalist güçler arası
çekişmelerden de yararlanıyorlar. Elbette
ABD’nin bu durumdan memnun olduğu söylenemez. Hem küresel kapitalizmin
jandarmalığını yapıyor, hem de bu sayede zenginleşen ülkelere sözünü
geçiremiyor. ABD dünya hegemonyasını güçlendirmek için düzenli faiz arttırarak
piyasalardan dolar çekiyor. Böylece dünya ekonomisi üzerinde, iplerin elinde olduğu
bir daralma ve denetim olanağı buluyor. Suudilerle yaşadığı gerilimin bir
boyutu da bununla ilgili gibi görünüyor. Ve Türkiye de benzer bir sorunla karşı
karşıya olduğundan, Suudilerle yakınlaşmaya çalışıyor. Kaşıkçı olayı, büyük
ekonomik ve siyasi pazarlıkların döndüğü bir ortamda önemsiz ve bir süre sonra
unutulup gidecek gibi görünüyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.