ABD’nin askerlerini Suriye’den çekme kararı dünya kamuoyunda büyük şaşkınlık yarattı. Trump’ın seçim vaatleri arasında yer alan ve daha sonra da sık sık tekrarladığı çekilme konusu bilinmedik bir şey değildi ama yine de kimse şu an için beklemiyordu. Nedeni, Amerikalı yetkililerin her fırsatta henüz Suriye’de işlerinin olduğunu söylemesiydi. Şimdi olaya akla uygun açıklamalar getirerek sanki uzun bir sürecin kaçınılmaz sonucuymuş gibi yorumlayıp şaşkınlığımızı gizlemeye kalkışmayacağız; Beyaz Saray, Pentagon ve Dışişleri bile Trump’ın bu kararıyla ters köşe olmuşken, elbette bu karara biz de şaşırdık.
ABD
askerleri Suriye’ye ilk kez 2015 Kasım Ayı sonlarında Türkiye ve Kuzey Irak
üzerinden girmişti. Yabancı bir ülkeye
ya meşru yönetiminin davetiyle ya da BM kararıyla asker gönderilirken, ABD’nin
elinde bu tür bir resmî giriş kâğıdı yoktu. ABD bunun yerine, IŞİD’e karşı
mücadele için Kürt, Arap ve Hristiyan toplulukları eğitmek amacıyla geldiğini
söyleyerek bir meşruiyet yaratmaya çalıştı. Eğittiği toplulukların “Suriye Demokratik Güçleri” (SDG) adı altında
birleşmesine yardım etti. SDG’nin karadan, ABD ve Rusya’nın havadan
müdahaleleriyle IŞİD geçtiğimiz 3 yıl içinde askerî olarak yenilgiye uğratıldı.
ABD bu süreçte Suriye’de birçok üs kurdu, havaalanı yaptı ve ülkenin kuzeyi ile
Ürdün sınırındaki çeşitli noktalara resmî sayısı bilinmemekle birlikte 2 ile 5
bin arası asker yerleştirdi. ABD ile birlikte, IŞİD’e karşı koalisyonda
yeralan, ancak sayıları birkaç yüz kişiyi geçmeyen Fransız ve İngiliz askerleri
de geldiler. Şimdi ABD çıkıyor, onlar kalıyor.
Çekilme
kararı İran’dan Avrupa’ya, Ankara’dan SDG’ye ve Rusya’ya kadar farklı
çevrelerce değişik biçimlerde yorumlanıyor. Bunların çoğu kafa karıştırıyor. Bu
tür bir olayı değerlendirirken öncelikle gerçeklerden uzaklaşmamak gerekiyor. Sayısız
görüşmeler yapılıyor, çeşitli devletlerin temsilcileri oradan oraya gidiyor;
hiç birinde ne konuşulduğu açıklanmadığı gibi, bir yerlerden haber almamız da
mümkün olmuyor. O halde kapalı kapılar ardındakileri boşu boşuna yorumlamaya
çalışmak yerine, o kapıların da içinde yeraldığı ve hepimizin gördüğü gerçeklere
bakmamız gerekir. Elimizde, gerçekleri
belirleyen iki tane önemli değişken var: Birincisi ekonominin durumu, ikincisi
toplumsal çelişkilerin tarafları. Gördüğümüz ve göremediğimiz her şey bu iki
önemli değişkene göre belirleniyor.
Öncelikle
emperyalizmin bir dünya ekonomisi olduğunu unutmamalıyız. Emperyalistler ülkeleri
işgal ettiğinde, bunu eski imparatorluklar gibi toprak ele geçirerek üzerindeki
zenginlikleri yağmalamak için değil; kurulu bir düzenin işlemeye devam etmesi
amacıyla yapıyorlar. Çünkü kapitalizm işlediği sürece, bir biçimde bu düzenle
ilişkili olan her yerin zenginliğini zaten sömürebiliyorlar. Emperyalist ekonomi askerî gücün sonucu
değildir, tam tersine askerî güç ve eylemler, ekonomik gereksinimlerle
yapılıyor.
Emperyalizm
ekonomik çıkarları uygun düştüğü sürece ülkelerle ve çeşitli halklarla ilişkiye
geçer. Yardım ya da düşmanlık eder. Hiç birisi de kalıcı değildir. Bu sırada
zaten ahlâk değerlerine göre değil, ekonomik çıkarlara göre hareket ettiği için
ahlâksızlıkla suçlanamaz. Emperyalist
bir güç toprağa, hukuka, vefaya, kurala göre hareket etmez; herkesin kendine
göre hareket etmesini sağlar. Zaten bunu yapamıyorsa gücünü yitirmiş demektir.
ABD’nin Suriye’de yaptığı da budur; ülkeye destursuz girerek koşulları
değiştirmiş ve uygun gördüğü anda ülkeden ayrılacağını belirterek koşulları
tekrar değiştirmiştir. Bunun nedeni Trump’ın saçmalığı, bazı gizli anlaşmaların
sonucu ya da bilemediğimiz bir planın başlangıcı olabilir. Ancak şu bir
gerçektir: ABD ekonomisi her koşulda durumdan kârlı çıkabilecek konumdadır. Dolar
hala dünya parasıdır. Suudilere ya da Körfez emirliklerine bir işaret vererek
petrol fiyatlarını istediği gibi ayarlayabilir ve böylece Suriye’de harcadığı
her kuruşu birkaç saat içinde geri almakla kalmaz, rakip güçler olan İran ve
Rusya’nın da petrol gelirlerini uygun gördüğü düzeye çekebilir. ABD ekonomik
gücünü Çin’e uyguladığı ticaret ambargosunda olduğu gibi, her fırsatta
Avrupa’ya NATO’nun masraflarını üstlenmeleri çağrısı yaparak da gösteriyor.
Şimdi ABD Suriye’den çekilirken, Fransa ve İngiltere kendileri için daha yakın
olan IŞİD tehlikesini önlemek için Suriye’de kalıyor. Bu ekonomik bakımdan
sıkışmalarına yol açacaktır. Biraz da toplumsal çelişkilere değinelim:
Yönetenlerimiz,
geçen hafta Erdoğan-Trump arası telefon konuşması sonrasında asker çekme kararı
alındığını belirtiyor. Türkiye’nin kararlı tutumunun ABD’yi gerilettiği
söyleniyor. (Oysa Netanyahu Trump’ın durumu daha önceden kendilerine
açıkladığını belirtiyor.) Bölgede ABD’nin en önemli rakibi kim? Dolayısıyla
diğer toplumsal çelişkilerin belirlenmesinde de etkili olan ne? ABD’nin en
önemli rakibi Rusya’dan başkası değildir. Çünkü hem İran hem de Türkiye, Rusya desteği olmadan ABD karşısında fazla
direnecek durumda değillerdir. Trump, özellikle İran’la olan sorunlarını Rusya
üzerinden çözmeyi deniyor. Geçtiğimiz günlerde Ürdün sınırı yakınında ve İsrail
açısından tehdit oluşturan İran güçlerinin geri çekilmesini Trump istedi, Putin
sağladı. İsrail her fırsatta Suriye’deki İran ve Hizbullah güçlerini bahane
ederek hava saldırıları yapıyordu. Bunlardan birinde, geçtiğimiz 18 Eylül’de
İsrail uçağı bir Rus uçağını düşürdü. Ardından Rusya, Suriye’nin hava
savunmasını güçlendirmek için Esat’a S 300 füzeleri verdi. Bunun için kurulan
elektronik sistem, daha eski model füzelerin de daha etkili kullanılmasını
sağladı. Sonuç olarak o tarihten bu yana Suriye’de hiçbir İsrail uçağı
görülmüyor. ABD de IŞİD’e karşı hava gücünü daha dikkatli kullanıyor. Bütün
bunların da gösterdiği üzere, ABD Suriye’deki sorunları Rusya’nın onayı olmadan
çözebilecek durumda değil. Şimdi aradan çekilerek, Türkiye ve Rusya’yı karşı
karşıya bırakıyor. Ve Suriye’den çekilme kararı alırken daha önce Türkiye’ye
satmadığı Patriot füzelerini satacağını açıklaması da bu kanıyı güçlendiriyor.
Her ne kadar Türkiye S 400 füzelerini almaktan vazgeçmeyeceğini söylese de,
Rusya-Türkiye ilişkileri başka konuların da devreye girmesiyle gerilim üretmeye
yatkın görünüyor.
Türkiye
“bir gece ansızın gelebilir” mi? Hatırlayalım, Afrin’e ancak Rusya hava
savunmasını kaldırdıktan sonra girilmişti. ABD bölgeden ayrılsa bile,
Türkiye’nin Suriye’ye girmesi yine Rusya ile görüşmelere bağlı olacak.
Girebilir ama bu söylendiği gibi ABD’nin boşluğunu doldurmak için olmayacaktır.
Türkiye büyük olasılıkla Telabyad’a girecek ve Cizre-Kobani arasında bir cep oluşturacak
ve belki sınır boyu tampon bölge kuracaktır.
Öte
yandan Suriye’de yeni anayasa süreci yaşanıyor. Yeni oluşan durum karşısında SDG
ve Esat birbirlerine görüşme çağrıları yapıyorlar. Kürt toplumu özerklik
istiyor. Buna karşılık Esat özerklik ve federasyon gibi konuların dayatılması
karşısında savaşacaklarını belirtiyor. Barışçı biçimde görüşülmesinin ise ancak
yeni anayasa halk tarafından kabul edilirse mümkün olacağını söylüyor. Türkiye’nin Suriye’ye girme amacı, anayasa
sürecine müdahale gibi yorumlanabilir. Büyük olasılıkla oluşturulacak tampon
bölgelere Suriyeli göçmenler yerleştirilecek ve anayasa sürecine katılmaları
sağlanmaya çalışılacaktır. Bu çerçevede Esat yönetimiyle bile işbirliği
aranabilir. ABD çekilmekle zaten etkili olamayacağı bu sürecin maddi yükünden
kurtulmuş görünüyor. Nasıl olsa İran’ı, güçlü olduğu Kuzey Irak’tan da kontrol
edebiliyor. Geride birbirleriyle çelişkiler yaşamaları olası Avrupalılarla
Rusya, Türkiye ve İran’ı baş başa bırakıyor. Üstelik Türkiye gibi kaybetmek istemediği
bir ülkeyle de çatışma pozisyonuna girmemiş oluyor. Şimdilik süreçten Rusya
dışında kesin bir kazanç elde eden olduğunu söylemek zordur. ABD açısından
kazanç ya da kayıp yok. Diğer güçlerin ise önünde uzun bir süreç var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.