Fransa’da 17 Kasım’da akaryakıt zamlarına karşı başlayan eylemler giderek yükseliyor ve yayılıyor. Zamları geri aldırtan Sarı Yelekliler bununla yetinmeyerek yaşam koşullarının iyileştirilmesini ve Macron’un istifasını istiyorlar. Şanzelize’deki tarihi Zafer Takı’nın üstünde “Macron istifa” yazıyor. Eylemin ilk günlerinde arkasında Fransız yapımı Mirage savaş uçağının göründüğü bir hangarda televizyonlara açıklamalar yapan kendini beğenmiş Macron’un yerinde yeller esiyor. Sarı Yeleklilerin “köylü, cahil ve bencil”; buna karşılık kendisinin “yüksek değerleri temsil eden biri” olduğunu ve çevre sorunlarına çare amacıyla akaryakıta zam yaptığını vurgulamak için “ben dünyanın sonunu düşünüyorum, tabi siz yalnızca midenizi düşünüyorsunuz” diyen Macron, artık kamuoyunun önüne tükürdüğünü yalamış biri olarak, morarmış bir yüz ve ceketinin üstüne giydiği sarı yelekle çıkıyor. “Ne önemi var, çıkarlarımız neyi gerektiriyorsa o renge bürünürüz” der gibi.
Fransa’da eylemlere baştan destek vermeyen
bazı sol partiler ve sendikalar geçen hafta bu tavırlarından vazgeçtiler.
Liseliler bitirme sınavlarının zorlaştırılmasını bahane ederek, eylemcilerle
dayanışma için sokaktaydılar. Çiftçiler hükümetin fiyat politikalarına karşı
önümüzdeki hafta eyleme geçeceklerini açıkladılar. Hareket Fransızca konuşulan
Belçika ve Hollanda’nın güneyindeki Valon bölgesine de yayıldı. Ayrıca geçen
hafta Macaristan’da çalışma saatlerini arttırmaya hazırlanan ırkçı ve sağcı hükümeti
sendikaların protestosu, Arnavutluk’taki öğrenci eylemleri, Sırbistan’da
muhalefete saldırılar düzenlenmesine sessiz kalan hükümeti protesto için Belgrat’ta
sokağa çıkan binlerce insan, Yunanistan’da öğrenci Alexandros Grigoropoulos’un
ölüm yıldönümünde anma eylemleri düzenleyen öğrenciler ve greve giden işçiler
de herhalde Fransa’dan etkileniyorlardı.
Fransa’da
kırsal kesimden gelen ve toplumdaki yerleri çok aşağılarda olmayan ama ortanın
biraz altında sayılabilecek insanlar direniyor. Genellikle sağ partilere oy
verdiklerinden, önceleri sol parti ve
sendikalar tarafından görmezden geliniyorlardı, artık destekleniyorlar. Malum,
Fransa sömürgecilik geçmişi yüzünden önemli bir siyah nüfus barındırıyor. Sağ
partilerin ırkçı söylemlerinin etkisiyle, kimi beyaz Fransızlar siyahları
aşağılıyor. Ancak aynı semtlerde oturan ve benzer yoksulluk acısı çeken bu
insanların şimdi barikatların arkasında yan yana durdukları gözleniyor.
Eylemcilerin kişisel düşünce ve tavırlarından kaynaklı sürtüşmeler, hükümete karşı
hareket ederken önemsizleşiyor.
Sarı
Yelekliler için “en aşağıdakiler değil” diyoruz, peki onlar kim? En alttakiler varoşlarda yaşayan siyah, Kuzey
Afrikalı, Müslüman, işsiz, kötü işlerde çalışan, göçmen kökenliler. 2005’de iki
arkadaşları polis tarafından kovalanırken saklandıkları trafoda yanmıştı ve
binlercesi Paris sokaklarını savaş meydanına çevirmişlerdi. Bunlar toplumun
kaybedenleri ve genellikle kendi semtleri dışında boy göstermelerine izin
verilmiyor.
Sarı
Yelekliler henüz her şeylerini kaybetmenin çok uzağındalar. Ama böyle giderse
ellerindeki son ev, araba, bahçe, işi de kaybedeceklerinden endişe duyuyorlar.
Zaten bütün kendiliğinden isyanlar kaybedecek şeyi olanlarca başlatılır. Çünkü
uzun süredir yokluğun dibinde yaşayanlar eğer sabırlı bir örgütlenmeyle ayağa
kalkamıyorsa, nasıl yaşayacaklarını düşünmekten vakit bulup isyan edemezler.
Ama durumu idare edenler, evdeki bulgurdan da olacaklarını hissettikleri anda
sanki düğmelerine basılmış gibi bayrak açarlar. Yaşamlarını sürdürürken
örgütlenme ve mücadele etmeye gerek duymaz, etliye-sütlüye karışmazlar. Hükümetler
böyleleri, dilediği zaman tüyünden, yumurtasından, etinden yararlanacağı kümes
hayvanı gibi görür. Vergileri attırıp canlarını fazlaca yaktığında, her evden
bir isyan sesi yükselir. Bu ortaklaşa bir direnişten çok, eşzamanlı bir
protestodur. Sarı Yeleklilerin eylemi de böyledir. Dayanışmayı bu eylem
sürecinde öğrenirlerse öğreneceklerdir. Nitekim geçen yaz Fransız demiryolu
işçileri trenlerin özelleştirilmesine ve iş koşullarının kötüleşmesine karşı
günlerce grev yapmış, bu eylemlerin bir amacı da kamu yararını korumak olduğu
halde bugün sarı yelek giyenlerce desteklenmemişlerdir. Oysa bugünkü direnişin amaçlarından biri de de
ucuz ulaşımdır. Sarı Yeleklilerin oturduğu çevre yerleşimlerden büyük kentlere
toplu taşıma çok az olduğu için, kendi arabalarına mahkûmdurlar. Hükümet de
bunu fırsat bilip, vergi geliri sağlamak amacıyla yılbaşından bu yana
akaryakıta zam yapıyor…
Sarı
Yeleklilerin örgütsüzlüğü ve sosyal medya üzerinden haberleşerek eylem
düzenlenmesi, kimilerince iyi bir şey gibi görülüyor. Dört haftadır bir temsil
heyeti oluşturamayışları ve hükümetin de nasıl davranacağını bilemeyerek
yalnızca yayılmasını önlemeye çalışması olumlu gibi görünse de, değildir. Çünkü
içine düştükleri durum örgütsüzlüklerinin sonucudur. Hükümet bir günde zam yapmaya karar vermedi,
adım adım bu durumu hazırladı. Eğer örgütlü olsalardı, önceden
direnebilirlerdi. Bugün bu eksiği giderebilirler. Aralarında ırk, bölge,
siyaset, çıkar farkı gözetmeden birlikte davranmaları iyidir. Ama kazanımlarını
korumak ve yaşamlarını ilerletmek istiyorlarsa, hükümetlerin sözlerine bel
bağlamak yerine oluşturacakları örgütlenmelere güvenmeleri gerekir. Devlet büyüklüğündeki şirketlerin dünyasında
örgütsüzlüğün âlemi yoktur.
Durmadan
Fransa’dan bahsedişimizin bir nedeni de “zenginin malı züğürdün çenesini yorar”
misalidir. Fransa, kişi başına yıllık millî geliri 44 bin doların üstünde olan
zengin bir ülke. Malum, resmî açıklamalara göre Türkiye’de millî gelir 10 bin doların
üstünde görünüyor ama yöneticilerimizden başka gören var mı, belli değil. Bilindiği üzere millî gelirin içinde yalnızca
kişinin eline geçen para yok, yol, su, sağlık, eğitim vs. kamu hizmetleri de
var. Yani bir Fransız vatandaşının ülkesinden elde ettiği yarar, bir TC
vatandaşından 4 kat fazla. Hangi ülke yurttaşı olursa olsun işsiz, yoksul,
çaresiz durumdaki toplum kesimleri arasında önemli bir fark yoktur; ama zengin
ülkenin orta hallisi ile yoksul ülkenin orta hallisi arasında dağlar kadar fark
vardır. Bugün Türkiye’den bakarak “Fransa’da ekmekleri, hakları için
direniyorlar” derken, iki kere yutkunmak gerekir. Fransız zenginlerini temsil
eden hükümetin Sarı Yelekliler direnişi karşısındaki geri adımı da bununla
ilgilidir. Herhalde Macron bu geri adımı en başta neden atmadığı için, geceleri
kafasını karyolasının demirlerine vuruyordur. Direnişçilere karşı sahte
kabadayılık yapacağına “zamları geri alıyorum” dese, herhalde işler bu noktaya
gelmezdi. Bundan sonraki seçimleri kazanmayı unutmalıdır.
Fransa
emperyalist bir ülkedir. Bu, millî gelirini bizim gibi ülkelerden sağladığı
kârlarla arttırdığı ve bu gelirin bir bölümünü kendi halkına aktardığı anlamına
gelir. Sarı Yelekliler bir emperyalist ülkenin kârından pay almak çerçevesinde,
taleplerine ulaşabilir. Bunu karşılayacak durumdaki hükümet de geri adım
atmakla bir şey kaybetmez. Ama direniş daha ileri giderse, Fransız devleti de
gerçek yüzünü gösterir. Nitekim çocuk yaştaki liselilere düşman esiri gibi diz
çöktürmeleri, bunun küçük bir örneğidir. Gençlik nerede ve ne zaman olursa
olsun yenilik, isyan, devrimcilik demektir. Egemenler, “ağaç yaşken eğilir”
diyerek genç direnişçileri her fırsatta ezerler. Onları diz çökmeye alışsınlar
diye, küçük yaştan baskı altına alırlar. Bu, devletin gerçek yüzüdür. Sarı
Yelekliler direnişinde Fransız devleti gerçek yüzünü Şanzelize’de terbiyeli
biçimdi duran polisleriyle değil, arka sokaklardaki boş bir arsada liselilere
diz çöktürerek göstermiştir. Direniş iyidir. Ama romantizmi abartmayalım.
Fransız devleti hâlâ sömürgeciliğe karşı savaşan 1 milyon 500 bin dolayında
Cezayirliyi katleden devlettir. O hiçbir zaman 1789 burjuva devriminin
“özgürlük, eşitlik, kardeşlik” bayrağına sallayan bir devlet olmamıştır. Şimdi
de değildir, görünüş aldatmasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.