Avustralya’da çok su tükettikleri gerekçesiyle develerin katledilmesi yeni değil, 2009’da alınan bir kararın devamı.[1] “Kanal İstanbul” projesiyle iktidar çevrelerinin üstüne “çevre düşmanı” sıfatı yapıştı, bundan kurtulmak için her fırsatı değerlendirip deve katliamına da karşı çıkıyorlar. Oysa Avustralya’da yalnızca develer değil, doğal dengeyi bozuyorlar diye kedi[2] ve tilkiler, otlaklar ve çiftlik hayvanlarını korumak için kanguru ve yabani köpekler de yıllardır katlediliyor. Bir avuç çevreci ve vicdan sahibi dışında kimsenin ilgilenmediği bu konuyla şimdi ve yalnızca develerle kısıtlı olarak ilgilenmek, hiç de “çevreci” görünmüyor.
İktidar sözcüsü
Ömer Çelik, “develeri öldürmek için yapılacak harcamayla kurtarılmalarına
çalışılabilir” diyor. İçinde konunun maliyetini gözetmek dışında öneri
bulunmayan bu ifade, ister istemez “bir mermi kaç para” sözünü akla getiriyor.
Avustralya bir
zamanlar İngiliz sömürgesiydi. Buraya süslü generaller, hırslı kapitalistler ve
çalıştırılmaları için toplumun dışladığı insanlarla birlikte geldiler. Toplum
yalnızca insan türünü değil, bitki ve hayvanları da barındırıyor. İstilacılar; evcil
hayvanların yanı sıra istemedikleri halde fareleri, av hayvanı olarak tilki ve tavşanları
da getirdiler. Doğal rakibi olmayan evcil hayvanlar vahşileşerek, diğerleri
hızla çoğalarak kısa sürede kıtaya yayıldılar. Çölde çalıştırmak için getirilen
develer ise, yerlerini motorlu taşıtlar aldıkça serbest bırakıldılar. Su
kıtlığı bahane, bugün develerin
öldürülmesinin ardındaki asıl gerçek başka: Artık gelir getirmedikleri ve
üstelik kârlı çiftlik hayvanlarının kaynaklarını tükettikleri için yok
ediliyorlar. Zaten kâr getirmeyen “canlıyı yaşatmak" gibi bir amacı
olmadığından, hükümet bunu en ucuz yoldan yapıyor.
Develerin
öldürülmesine, yönetenlerimizin yanı sıra yandaş bir vakıf da karşı çıkıyor ve Avustralya
hükümetine “develer vurularak öldürüleceğine etleri konserve edilip dünya
yoksullarına dağıtılsın” çağrısı yapıyor. Öyle ya, çöpe atılacağına fakirlere verelim!
Toplumda
karşılaştığımız her şey karmaşık ilişkilerin somutlaşmış biçimidir. Develerin
Avustralya’ya getirilişi, bugün öldürülmeleri, yoksulluk, hükümetler, et dağıtımı
misali birbiriyle ilişkisiz görünen olgular; kapitalist toplumsal ilişkilerin ifadeleridir.
Hayır amacıyla çalışmayan kapitalizm, tüm bunları tek amacı olan kârlılık
etrafında birleştirir. Kâr edemediği konuyu en az zararla kapatır. Sağcı
Avustralya hükümeti develerin yol açtığı zararı en düşük maliyetle gidermenin
yolunu, vurup ölüsünü orada bırakmak olarak bulmuş. Eğer eti yenecekse, bunun bilinen yollardan
yapılması gerekir. Deve yakalanacak, sağlık kontrolü yapılacak, öldürülecek,
yüzülecek, parçalanıp işlenecek ve eti yoksullara ulaştırılacak. Çöldeki
devenin maliyeti her ne kadar sıfır olsa da, diğer masrafları kim karşılayacak? Dünya nüfusunun
yarıdan fazlası aç. Kim, hangi yoksulu
ve kimin “hayrına” doyuracak?
Kapitalizm
gelişirken nesiller boyu canları ve hizmetlerinden yararlanılan hayvanlar; şimdi
kullanım dışı ve zararlı diye yok ediliyor. Çünkü su ve yiyecek kaynakları da yine
kapitalist uygulamalar nedeniyle yetersiz hale geldi. İster insan olsun ister hayvan,
kâr düzeni dengesini öldürerek sürdürüyor. Bedenimizin bir kısmı gözümüzün
içine baka baka koparılırken, çare diye elinde sargı beziyle yardıma gelir gibi
konuşanlar aslında hepimizle dalga geçiyor.
Düzeni yıkıp yenisini kurmaktan başka çare mi var?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.