Blog Arşivi

12 Ocak 2020 Pazar

AVUSTRALYA’DAKİ DEVELERİN KATLEDİLMESİ ÜZERİNE



Avustralya’da çok su tükettikleri gerekçesiyle develerin katledilmesi yeni değil, 2009’da alınan bir kararın devamı.[1] “Kanal İstanbul” projesiyle iktidar çevrelerinin üstüne “çevre düşmanı” sıfatı yapıştı, bundan kurtulmak için her fırsatı değerlendirip deve katliamına da karşı çıkıyorlar. Oysa Avustralya’da yalnızca develer değil, doğal dengeyi bozuyorlar diye kedi[2] ve tilkiler, otlaklar ve çiftlik hayvanlarını korumak için kanguru ve yabani köpekler de yıllardır katlediliyor. Bir avuç çevreci ve vicdan sahibi dışında kimsenin ilgilenmediği bu konuyla şimdi ve yalnızca develerle kısıtlı olarak ilgilenmek, hiç de “çevreci” görünmüyor.

İktidar sözcüsü Ömer Çelik, “develeri öldürmek için yapılacak harcamayla kurtarılmalarına çalışılabilir” diyor. İçinde konunun maliyetini gözetmek dışında öneri bulunmayan bu ifade, ister istemez “bir mermi kaç para” sözünü akla getiriyor. 

Avustralya bir zamanlar İngiliz sömürgesiydi. Buraya süslü generaller, hırslı kapitalistler ve çalıştırılmaları için toplumun dışladığı insanlarla birlikte geldiler. Toplum yalnızca insan türünü değil, bitki ve hayvanları da barındırıyor. İstilacılar; evcil hayvanların yanı sıra istemedikleri halde fareleri, av hayvanı olarak tilki ve tavşanları da getirdiler. Doğal rakibi olmayan evcil hayvanlar vahşileşerek, diğerleri hızla çoğalarak kısa sürede kıtaya yayıldılar. Çölde çalıştırmak için getirilen develer ise, yerlerini motorlu taşıtlar aldıkça serbest bırakıldılar. Su kıtlığı bahane,  bugün develerin öldürülmesinin ardındaki asıl gerçek başka: Artık gelir getirmedikleri ve üstelik kârlı çiftlik hayvanlarının kaynaklarını tükettikleri için yok ediliyorlar. Zaten kâr getirmeyen “canlıyı yaşatmak" gibi bir amacı olmadığından, hükümet bunu en ucuz yoldan yapıyor.

Develerin öldürülmesine, yönetenlerimizin yanı sıra yandaş bir vakıf da karşı çıkıyor ve Avustralya hükümetine “develer vurularak öldürüleceğine etleri konserve edilip dünya yoksullarına dağıtılsın” çağrısı yapıyor.  Öyle ya, çöpe atılacağına fakirlere verelim!

Toplumda karşılaştığımız her şey karmaşık ilişkilerin somutlaşmış biçimidir. Develerin Avustralya’ya getirilişi, bugün öldürülmeleri, yoksulluk, hükümetler, et dağıtımı misali birbiriyle ilişkisiz görünen olgular; kapitalist toplumsal ilişkilerin ifadeleridir. Hayır amacıyla çalışmayan kapitalizm, tüm bunları tek amacı olan kârlılık etrafında birleştirir. Kâr edemediği konuyu en az zararla kapatır. Sağcı Avustralya hükümeti develerin yol açtığı zararı en düşük maliyetle gidermenin yolunu, vurup ölüsünü orada bırakmak olarak bulmuş.  Eğer eti yenecekse, bunun bilinen yollardan yapılması gerekir. Deve yakalanacak, sağlık kontrolü yapılacak, öldürülecek, yüzülecek, parçalanıp işlenecek ve eti yoksullara ulaştırılacak. Çöldeki devenin maliyeti her ne kadar sıfır olsa da,  diğer masrafları kim karşılayacak? Dünya nüfusunun yarıdan fazlası aç. Kim,  hangi yoksulu ve kimin “hayrına” doyuracak?

Kapitalizm gelişirken nesiller boyu canları ve hizmetlerinden yararlanılan hayvanlar; şimdi kullanım dışı ve zararlı diye yok ediliyor.  Çünkü su ve yiyecek kaynakları da yine kapitalist uygulamalar nedeniyle yetersiz hale geldi. İster insan olsun ister hayvan, kâr düzeni dengesini öldürerek sürdürüyor. Bedenimizin bir kısmı gözümüzün içine baka baka koparılırken, çare diye elinde sargı beziyle yardıma gelir gibi konuşanlar aslında hepimizle dalga geçiyor.  Düzeni yıkıp yenisini kurmaktan başka çare mi var?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Blog Arşivi